Bir Benzetme

Bu ilk ve kısa bölümün sonu olarak ise, sizden bir isteğim olacak. Bu istek, 15. yüzyıl İstanbul'unu araştıran bir tarihçi olduğunuzu düşünmeniz. Elinizde belli bilgiler, veriler var; bunlar şehirle ilgili bir miktar fikir edinmenizi sağlıyor. Meşhur binalar, semtler, şehirleşme yapısı; bunları anlayabiliyorsunuz. Ancak, elinizdeki bilgiyi öğrenmek isteyen ben, sizden 15. yüzyıl İstanbul'unun sokak düzeyinde haritasını çıkarmanızı istesem, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kaynaklarla desteklenmiş bir bilgi veremezsiniz; ki bu, istenen amaca (İstanbul'un 15. yüzyıldaki yapısını öğrenmek) uygun bilgiyi elimizde bulundurmamıza rağmen, benim şartlarımın sınırlayıcılığı nedeniyle bilginin kullanılamaz hâle gelmesindendir. Yâni "belge eksikliği" gibi görünen bir problem, aslında şartlandığımız metotla ilgilidir.

Bu "belge eksikliği" problemi, musıkî çevrelerinde de sıkça zikredilen bir meseledir. Meselâ, 19. yüzyıl öncesi icrâ şeklinin "yazma geleneği olmamasından" bilinemez olduğu hep söylenir. Ancak şahsen, makam müziğindeki belge eksikliğinin, yazma geleneği olmamasından kaynaklanmadığını düşünüyorum. Bence asıl mesele, hangi bilginin yazılıp hangisinin yazılmayacağı konusundaki bir düşünce farklılığıdır. [2] Şöyle örnek verelim, makam sistemini anlatan bir tez, sâdece 15. yüzyıldan bahsederek 400 sayfayı dolduracak bilgi bulabilir durumdayken, [3] bu dönemden kalan (veyâ kaldığı iddia edilen) eserlerin hepsini toplasak bir fasıl bile icrâ edemiyoruz. Batı müziğini araştırmış olan biri buna büyük bir bilgi dengesizliği gibi bakabilir, ancak bu hiçbir yazma geleneği olmayan bir kültürün değil, nota yazma geleneği olmayan bir kültürün sonucudur. Kaynaklar vardır, ancak nota değil, nazariyata dayalılardır; bu nedenle "nota-merkezci" bir analiz, ana hatlarıyla eserlerin değişimini göstermek için en iyi yöntem olsa da, 20. yüzyıl öncesi bir icrâyı dinlemek gibi bir şansımız olmadığı için, kâğıt üstünde kalır, icrâya etkisi azdır. [4]

Sayfa başındaki benzetmeye geri dönecek olursak; elimizdeki bilgiyle, 15.yüzyıl İstanbul'unun yapısını günümüze yansıtabilecek en mâkul araç, sâdece onda biri dolu bir harita değil, bütün bildiklerimizden yola çıkarak yapılan mantıksal çıkarımlar ve açıklamalar bütünüdür. Musıkî alanında da durum benzerdir, nota bilgileriyle (yâni onda dokuzu boş bir haritayla) yetinip, günümüz icrâsını zamanın eserlerine giydirmeye çalışırsak, Eski İstanbul'un haritasını yaparken bilmediği yerleri günümüzdeki binalar, sokaklar ve parklarla dolduran bir tarihçi oluruz; bu da bizi gerçeğe yakınlaştırmaz. [5] Bunun yerine, zamanın literatürünü (yâni nazariyat kitapları, mecmualar vb.) dikkatlice inceleyerek, çıkarımlar yaparak, icrâmızı, verinin bize en mâkul gelen sentezine göre ayarlayarak, ve en önemlisi, gerektiği zaman cesaretli davranarak yaptığımız icrâlar, kusursuz olmasa da, dinleyiciye tarihî belgelerden yapılan çıkarımları çok daha iyi anlatır; eskinin tam aynısı olmayacaktır, ancak eskiden kalan veriyi en iyi kullanan icrâ türü olur.

En son olarak şunu da söylemek isterim. Şu an önerdiğim metot, makam müziğine yabancı değildir; bazıları Türkiye dışında, bazıları da Türkiye içinde olmak üzere birden fazla musıkî topluluğu bu metotu belirli bir seviyeye kadar kullanmıştır. Bu yazı dizisinde de çoğunlukla, bu örnekler üzerinden gideceğim; grupların, eserleri yorumlarken, belgelerdeki bilgileri (bilerek ya da bilmeden) sentezleme şekillerini, ve elimizdeki mâlûmata bu yorumların uyup uymadığını tespit etmeye çalışarak bazı konularda fikir birlikleri, bazı konularda ise birden fazla öneri ile bölümleri bitireceğim.



[1] Hakan Cevher, "Ali Ufkî Bey ve Hâzâ Mecmû'a-ı Sâz ü Söz (Transkripsiyon, İnceleme)"; Önsöz, 1995.

[2] Batı merkezli bir düşünce şekline göre farklılık.

[3] Özgen Küçükgökçe, "XV. Yüzyılda Makamlar", 2010.

[4] Örnek olarak, Ali Ufkî eserlerinin çoğunun, Kevserî ve Kantemiroğlu'nun yeni eserlerinden daha hızlı çalındığı kabul gören bir düşünce şekli olmasına rağmen, ikisinin zamanından da (doğal olarak) icrâ kaydımız bulunmadığından, bu değişimin hangi tempolardan hangi tempolara geçişe denk geldiğini anlayamayız.

[5] Bu düşünceme, İstanbul'un son 5 yüzyılda değiştiği miktarın, makam musıkîsinin değiştiği miktârdan fazla olduğu düşüncesiyle, veyâ makam musıkîsinin pek de değişmediği iddiasıyla karşı çıkılabilir. Ancak bu çıkarım, eğer bir belgeye dayandırılacak ise, tarihî niteliği olmayan bir belgeye dayandırılamaz. Yâni ilginç bir şekilde, eski dönem musıkîsinin yeni dönem musıkîsine benzediğini savunmak bile (ya da eski haritanın yenisine benzediğini savunmak), bahsettiğim "yeterince benziyordur zâten" tavrından kurtulmayı ve araştırmayı gerektirir.