1643242601481.png


Yazıya başlarken, “Evet; çırak ustasını taklit etmelidir” diyebiliriz. Çünkü, doğanın ve tabii ki sanatın temelinde taklit vardır. Ressam da, heykeltıraş da, müzisyen de, besteci de, doğayı veya bir şeyleri taklit ederek sanat yolculuğuna çıkar.

İnsanın özellikleri, kendisinin varolmasına sebep olan baba ve annenin genlerinin birleşimi ile belirlenir. Bunun doğadaki taklidin bir örneği olduğunu söyleyebiliriz. Doğadaki taklidin iyi olamaması veya bir gen halkasındaki uyumsuzluk durumu ise, kişide şekil bozuklukları olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan genelde kendisinde olmayan veya kendi psikolojisine yakın hissettiği kişilik özelliklerini taklit eder. Kendi doğasında var olan özellikleriyle beraber, başkalarını taklit ederek aldığı özelliklerle yeni bir kişilik ortaya koyabilir. Bu yönden bakıldığında, taklidin ne denli önemli bir vasıta olduğu açıktır.

Bireylerin kişiliklerinin ortaya çıkmasında mutlaka ana-baba genlerinin de payı vardır ama tek başına etkili değildir. Kişilik oluşumunda çevrenin de çok büyük etkisi vardır. Mazbut bir aileden bir katilin veya savaşçı bir aileden içine kapanık bir bireyin çıkması gibi... Sanat; bu kötü veya iyi oluşumları kontrollü bir sisteme dönüştürdüğü için önem taşımaktadır. Sanatın, her bireyde olumlu etkiler yaptığı söylenebilir ancak çok nadir de olsa sanat, kişilerin taşıdıkları hezeyanları da derinleştirebilir.

Sanatın idelerinin olup olmadığı veya sanatçı topluma karşı “sorumludur - sorumlu değildir” türünden yaklaşımlar, sanatın sanatçı üzerindeki etkisini değiştirmez, çünkü sanat ilk önce sanatçıyı etkiler. Yani sanatçı ilk önce kendine karşı sorumludur. Sanatçı için ne söylenirse söylensin, toplum sanatçı için ikinci plandadır. Sanatçı sanatıyla karnını doyurmaya başladığı andan itibaren, sanatçı için toplum ilk sıraya oturur. Böylece toplum için sanat yapmaya başlar. Hem toplum için, hem sanat için sanat yapmak ideallerin en ideal olanıdır denilebilir ancak bu çok zor ve hassas bir terazidir. Toplum sanatın hangi ideallerini paylaşır? İnsan neden sanat dersi almaya ihtiyaç hisseder? Veya sanat neden meslek haline gelmiştir gibi sorular, toplumun da ne yönde değiştiğinin göstergeleridir. Bu sorular elbette ekonomik ve toplumsal değişikliğin bir neticesidir.

Eskiden sanat yapanların geçimlerini sürdürdükleri başka meslekleri vardı. Bu gün ise tam tersi bir durum söz konusudur. Bugün sanatçıların çoğunun geçimlerini sürdürdükleri bir meslekleri yoktur. Sanatçıların idealleri, meslekleri durumuna gelmiştir. Yalnızca karnını doyurmayı düşünen bir toplumdan sanatı düşünmesi elbette beklenemez. Bir sıraya konulduğunda barınma, beslenme, güvenlik, iş sahibi olma gibi uzayıp giden listenin sonlarında sanatın herhangi bir dalı yer almaktadır. Buradaki sanatın da, sanat değerlerine sahip olup olmaması önemli değildir.

Sanat; hava, su ve ekmek gibi yaşamın olmazsa olmaz ihtiyaçlarından değildir ancak kişinin toplumda var olduğunun kanıtını idrak ettiği bir alandır. Peki bu sanatın nesi insanı cezbeder? Huzur, mutluluk, şan, şeref, ün, şöhret, tanınabilirlik, para, saygı, ölümsüzlük, taklit edilme, kendini bir yerlere koyamama korkusu, güçsüzlüğünü yenme, kendine değer verilmesi, itibar gibi daha bir çok şey sayılabilir. Bunlar sanatçı olmayanların da isteyebileceği türden duygulardır ama gerçek sanatçı bunların hepsinden öte, daha ulvi bir yerlere gelmeyi hedefleyebilir. Çünkü sanatçı olarak, yaratmak olgusundan o da bir parça nasibini doğuştan almıştır. Sanatçı boş durmaz, üsluplarına yeni nüveler, yeni tavırlar ekler, zaman içinde gelişir, maneviyatta yükselir ve toplumda saygın bir konuma gelir. Zamanı gelince de, yaptıklarını başkaları ile paylaşmak ister ve topluma açılır.

İnsan, doğadaki varolan güçler ile kendinde var olan özellikleri birleştirip bunların ürünlerini sanat yoluyla ortaya koymaya çalışmıştır. Hatta o kadar ileriye gider ki, doğanın kendisi olduğunu ve yarattığını iddia eder. İnsan, zaman zaman her şeye hükmetmek gibi bir hırsa da kapılmaktadır. Bazen bir şeyi yapmak ister ama yapamaz. Neden yapamadığını da sorgulama yetisine sahip olmasına rağmen, bazen güçsüz ve yetersiz durumda kalır. İnsan kendi özelliklerine diğer canlıların özelliklerini de katmaya çalışır. Yöntem basittir. Aynısını yapmaya çalışır. Aynısını yapamıyorsa ona birisinin yardımı gerektiğini hisseder. Fakat; yardım edecek kişinin de taklit etmede sorunları olabilir. O da ustasının yaptıklarını iletmede yetersiz kalabilir ve böylece üslup zinciri zayıflar ve kopar… Bir yerde ve bir zaman periyodunda durur, gereken güçlü halkayı bulana kadar arar. O güçlü halkayı bulduğu anda, yeniden yoluna devam eder.

Kişi sadece taklit ettiğiyle kalmaz, taklit ettiklerinden de bir şeyler öğrenir. Taklit ederken ortaya koyduğu eserde, kendinden de bir şeyler bulur. Ustasından öğrendiklerini kendi doğasıyla birleştirip yeni özgün bir şekil meydana getirir. Daha olgunlaşmamıştır ve üslubunu, zamanla üzerine koyduğu tavırlarla bezeyerek zenginleştirir.

Taklit, sanatın geçmişten veya bu günden geleceğe aktarılmasında çok önemli bir vasıtadır. İnsanlık tarihinin bazı olayları neticesinde tecrübeyle sabit olarak, üslup sahipleri kendilerini çok iyi takip edecek öğrenciler yetiştirmeye çabalamışlardır. Bu arada, öğrendiklerini yazanlar da olmuştur. Yazarak öğretmek yerine birebir öğretim yolunu tercih etmişlerdir. Tabii ki bunun dezavantajları da olabilmektedir. Örneğin; ustanın her şeyini verdiği öğrencisi usta olamadan veya herhangi bir öğrenci yetiştiremeden ölürse her şey onunla beraber bilinmezliğe doğru uçup gidebilmektedir.

Taklit hocanın değil, öğrencinin uyguladığı bir yöntemdir. Usta, öğrencisine taklit etme yöntemlerini öğretir ve bunu test eder. Bu testten başarıyla çıkan öğrenci; ilk önce çırak aday adayı, sonra çırak, kalfa aday adayı, kalfa ve usta aday adayı olur. Aslında en önemlisi bizzat ustanın, öğrencisine ustasını ve kendisini anlatabilmesidir.

Ustanın, ustalık durumuna gelebilmesi için gerekli kriterler çok önemlidir; Taklit edilen kişinin kim olduğu, hangi sanat kolunun hangi üslup zincirinden geldiği, sanatın inceliklerine vakıf olup olmadığı, sanat çizgisi ve yeteneği ile tutarlılığı gibi... Ustalık payesi için kıstaslar ve zorluk dereceleri “elit sanat kuruluna” (?) göre değişen farklılıklar arz eder. Bunların kimine göre önemli veya önemsiz kıstaslar olabilmektedir. Örneğin; ustalık payesi alacak kişi, taklit edeninin fazlalığı, idealist olması, hiç öğrencisinin bulunmaması, çok zor taklit edilebilir bir sanat üslubuna sahip olması, çok sevilen bir sanatçı olması, temsil ettiği sanatın her hangi bir kolunda üslup sahibi olması veya ücret karşılığı sanat dersi vermemesi gibi değerlerle ölçülebilir. Burada önemli olan, ustanın temsil ettiği veya bağlı olduğu üslup çizgisinin kesin bilgilerle tespit edilmesidir.

Konumuz itibariyle Klasik Türk Makam Müziğinde üslup taklitçiliği, zor bir meslektir. Bunu yapabilecek öğrenci veya çırak profili şu özelliklere göre değerlendirilebilir.
  1. Dinlemenin ve görmenin önemini kavrayabilmesi;
  2. Detayları görme ve onları bütünün birer parçası olarak birleştirebilme yetisine sahip olması;
  3. Detayları not alma ve disipline etme becerisi gelişmiş,
  4. Üslubu veya tavrı oluşturan elemanları defalarca tekrarlama azmine,
  5. Kendi ustasıyla diğer ustaları mukayese yetisine sahip olması;
  6. Ses sanatçısı ise iyi bir gırtlak ve kıvrak bir hançereye, enstrüman çalıyorsa ustasının ekolünü iyi tanıması ve doğru uygulamasını bilen,
  7. Türk makam müziği terminolojisine hakim,
  8. Algılama, anlama, uygulama ve analizi sistem haline getirebilme yeteneğine,
  9. Başladığı bir etüdü bitirinceye kadar bırakmama azmine sahip olması;
  10. Kendisiyle aynı konumda olanlarla tartışabilmesi, mukayese ve analiz edebilmesi;
  11. Konusuna hakim olmada kendisine yardımı olacağını düşündüğü olumlu ve olumsuz her şeyi dağarcığına katabilme becerisine sahip,
  12. Problemlerini kendi kendine çözebilme özgüvenini oluşturabilecek psikolojik olgunluğa ulaşmış olması gerekmektedir.
Diğer önemi tartışılmaz olan özellikler ise öğrencinin teknik ve bedensel yeterliliğidir.

Burada üzerinde durulması gereken, taklit etmenin öneminin öğrenci tarafından benimsenmiş olmasıdır. Öğrenci taklit etmenin önemini kavrayamamış ise, ustasının hiçbir dediğini yapmak zorunda olmadığı gibi bir düşünceye sahip olmuştur ki, bu da, ustanın temsil ettiği üslup veya sanatın başka kuşaklara aktarılamayacağı anlamına gelir.

Ustaların kendi ustalarının, sahip oldukları sanat yollarının veya üsluplarının geleceğe ulaşması için kendi disiplinlerine uygun öğrenci bulabilmeleri en zor ve tavizsiz uygulamaları gereken bir sınav stratejisini de beraberinde getirmelidir. Usta, öğrenci seçiminde titiz davranmak zorundadır. Bu sebeple çok zorlu süreçlerle öğrenciyi sınar. Üslup zincirindeki en zayıf halkanın kendi öğrencisi olmaması için, en başta önlemini almalı ve güçlü halkalarla zinciri devam ettirmelidir. Ustanın tavrı, bağlı bulunduğu üslubun renklerinden birini oluşturur. Öğrenci, genel üslup renk skalası içerisinde, kendi ustasının rengini de iyi kavrayabilecek yeteneğe sahip olmalıdır. Çırağın kalfa ve daha sonra usta olması için gereken, tam da budur. Hem kendi hocasını, hem de hocasının bağlı olduğu üslubu iyi bilmesi ve bunu uygulaması, sözü edilen üslup zincirine dahil olduğunun kanıtıdır. Hocasını taklit edemeyen, zaten yanlış bir öğrenci profilidir. Ya çırak doğru hocayı bulamamış ya da hoca yanlış bir öğrenci seçmiştir.

Öğrenci usta olduğu zaman, kendi oluşturmak istediği üslubun geleceğe ulaşmasını arzu edecektir ama, bunun için ilk önce ustasını taklit etmeyi benimsemiş olması gerekmektedir. Aksi taktirde başkalarının kendisini taklit etmesini beklememelidir. Usta sanatının gücü ile kişileri doğal olarak taklide zorlar. Usta öyle bir sanat duruşu ortaya koyar ki, onu taklit edecek kişiler kendiliğinden ortaya çıkar. Usta, bir anda parlayıp sönen yıldızlar gibi değildir. O hep etrafına ışık saçan bir yıldız gibidir adeta. Her çağ ve dönemde onu taklit edenler vardır. Sanatta ölümsüzlük denilen iksir budur.

Kâh taş plaklarda, kâh makara bantlarda, kâh dimağlarda, kâh dost meclislerinde Türk makam müziğinin ustaları vardır ve taklit edilmeyi beklemektedirler. Bu sanata gönül vermek isteyen çırak aday adaylarının, kendiliklerinden ustalara gitmeleri elbette zordur ama bunun başka yolu yoktur. Belki de öncelikle, taklidini daha kolay yapabilecekleri bir kalfa bulmaları gerekiyordur. Ama en önemlisi ustayı bulabilmektir.
Türk Makam Müziği’nin çok değerli ustalarından Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça’nın, KÖK dergisindeki köşe yazısında vurguladığı ifadelerle şimdilik sözümüze ara verelim;

“Mûsiki heyecanının, aşkının, hevesinin ve üstün duygularının ve nihayet makbul bir tavrın anahtarı, ancak ustadan çırağa tevdi edilir. Başka yol mûsiki değil, vasıflı veya vasıfsız işçiliktir.”

Kalın sağlıcakla


Özer Özel