Cemil Altınbilek ile Hoca Cahit Gözkan'ın Musiki Meşk ve Meclisleri hakkında mülakat

MÛSİKÎ MEŞK VE MECLİSLERİ

"Cemil Altınbilek' ile mûsikî üzerine bir mülâkat"

Müziğe olan ilginiz ve müziğe başlamanız nasıl oldu?

1959 Manisa Merkez doğumluyum, ilk, orta ve lise yıllarımı müteakip, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmam ile İstanbul hayatım başladı ve halen de devam ediyor.

Üniversite öğrenimime başladığım 1979 yılından itibaren, aynı günlerde Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfının, tüm kültür ve sanat faaliyetlerine de katılma imkânı buldum. Bu faaliyetlerden, Kubbealtı Akademisi Mûsikî Enstitüsündeki iştirakim, buranın Mûsikî bölümünün kuruluşundan itibaren, kuruculardan Samiha Ayverdi Hanım'ın ricası üzerine ud dersleri vermekte olan hocam Cahit Gözkân ile tanışma ve kendisine talebe olma fırsatına eriştim. Zira hocam Hüseyin Câhit Gözkân, aynı zamanda önemli bir iş adamı olup, herhangi bir müessesede ders vermemekteydi. Ancak evi ve işyerinin, bir mûsikî ve irfan okulu olduğunu da sonradan öğrendim.

Aile büyüklerimin hepsi mûsikî sever olup, evimizde radyo yayınları sayesinde tüm Türk mûsikîsi repertuarı kulağımda idi, hatta daha geriye gider isek, büyük dedelerimden neyzen ve kudümzen bulunduğunu da söyleyebilirim. Velhasıl mûsikî temayülü biraz cedlere ve genlere de dayanıyor.

Hangi hocalardan mûsikî dersleri aldınız? Biraz bahseder misiniz?

Mûsikîde asıl hocam ve değişmez mûsikî otoritem H. Câhit Gözkân'dır. Hocamdan istifade ettiğim 20 sene boyunca ve müteakiben yakın çevrem içerisinde yer alan mûsikî oluşumlarından, koro ve dernek çalışmalarından da uzak kalmadım. Yine Hukuk Fakültesine devam ettiğim yıllarda, Kubbealtı Korosunun yanı sıra, İstanbul Üniversitesi Türk Mûsikîsi Korosuna, adeta fakülte derslerime verdiğim önem ve ağırlık derecesinde, 1982 ve 1987 yılları arasında, 5 yıl ciddiyetle devam ettim. 30 takım civarı eser geçtiğim bu koronun hocası Süheyla Altmışdört de bende iz bırakan ve disiplininden, enerjisinden ve de mûsikîye vukufundan etkilendiğim, mûsikî hocalarım arasındadır.

Mûsikîde dernek ve topluluk faaliyetlerim arasında, önceleri avukat ağırlıklı, sonraları umuma açık bir mûsikî derneği olarak halen faaliyet gösteren "Kadıköy Faslı Mûsikî Derneği"nin çalışmalarına, 1990 ve 2000 yılları arasında, 10 yıl müddetince udum ile iştirak ederek yine 30 civarında fasıl takımının icrasına, konser verecek derecede katıldım. 2000 ve 2001 yıllarında İstanbul Barosu. Kültür Sanat Komisyonu çerçevesinde, bir avukatlar korosu kuruluşu ve çalışmasını yönettim. Aynı yıl mesleki irtibatım olan bir bankanın genel müdürlük çatısı altında bir koro kurulmasını ve çalışmasını koordine ederek başlattım.

Bilahare kurulan Cenan Eğitim Kültür ve Sağlık Vakfının bünyesine kurulan, Türk Müziği Topluluğuna ve çalışmalarını halen de sürdüren, yine mûsikî dostlarımızdan oluşan Kadıköy Atölye Sanat Türk Müziği topluklarının çalışmalarına 10 yıldır katılmaktayım.

Bütün bu mûsikî faaliyetlerimin yanında ve asıl mûsikî misyonum olarak belirlediğim ve de hocam Câhit Gözkân'dan tevarüs ettiğim ev fasıllarını ve gelenekli mûsikî anlayışını yaşatmaya devam ediyorum.

Udî, Rebâbî Câhit Gözkân Hoca'dan hangi tarihte ders almaya başladınız ve ne kadar devam ettiniz?

Daha önce ifade ettiğim gibi, mûsikîyle fiilen tanışmam ve hocam Cahit Gözkân'a talebe olmam, 1979 yılında İstanbul Hukuk Fakültesini kazanarak, İstanbul'a geldiğim ilk hafta başladı. Üniversite eğitimim için yerleştiğim talebe evindeki arkadaşım, Kubbealtı'nda mûsikî derslerine katılıp, ud dersi de alıyor imiş, ben de ilk hafta sonu bu faaliyetlere iştirak ederek, mûsikî ve ud talebesi oldum. Câhit Hoca Kubbealtı'nın kuruluşundan beri, yaklaşık 10 yıldır Kadıköy Çiftehavuzlar'daki evinden, Bayezid Çarşıkapı'da Karamustafa Paşa Medresesi binasında faaliyet gösteren vakfın cumartesi günleri öğleden, akşama kadar devam eden çalışmaları içinde saat 12.00 ila 13.00 arası gelir ve katılanlara ud dersi verirdi. Bu derslere her talep eden iştirak eder, herhangi bir devam veya çalışma mecburiyeti bulunmazdı, isteği olan ve devam eden herkese Cahit Hoca büyük bir tolerans ile yaklaşır ve kendine has haftalık ders etütlerini eli ile öğrencinin defterine yazar ve kendine mahsus ud metodu ile uygulamalı öğretirdi. Kubbealtı Vakfındaki bu çalışmamız bir yıl sürdü. Yaz tatilini müteakip, ülkede yaşanan 12 Eylül 1980 Askeri darbesiyle birlikte, tüm dernek ve vakıfların çalışmaları askıya alındı ve bu sezon mûsikî cemiyetleri açılamadı. Bu gelişme üzerine vakıf yöneticilerimizin, Cahit Hoca'dan ud talebelerinin kendi evine gelerek derslerine devam edebilmesi için ricada bulunmasını, Cahit Hoca memnuiyetle karşıladı. Bundan sonra Hoca'nın evinin adeta bir mûsikî mektebi olduğunu idrak ettik ve talebeliğimiz, Hoca'nın vefat ettiği 1999 yılına kadar evin bir evladı gibi devam etti, hatta bugün için 40 seneyi aşmış olsa da halen devam ediyor.

Hocanız Câhit Gözkân'ın mûsikî geçmişinden ve hocalığından biraz bahseder misiniz?

Biraz önce bahsettiğim gibi, Cahit Hoca'nın kapısı herkese açıktı, her talep eden onun mûsikî bilgisi ve tecrübelerinden istifade edebilirdi. Nitekim uzun ve bereketli hayatı boyunca, mûsikî dünyasından kendisine gelmemiş ve mûsikî birikimden istifadede etmemiş veya kendisinden haberdar olmamış pek az mûsikîşinas vardır. Zira Hoca Câhit Gözkân, mûsikîde tek bir isim değildi. O Enderun'un meşhur mûsikî hocası Latif Ağa'dan, Mızıka-i Hümayun ince saz şefi Kanuni Mehmet Bey'e, Hafız Ahmet Mükerrem Akıncı'dan kendisine uzanan bir meşk silsilesinin, tüm mûsikî mirasını devralan ve taşıyan bir mûsikî hocasıydı. Bu mûsikî silsilesinin adeta mührü olan kütük ve defterler ve tüm mûsikî birikimiyle, mûsikîde bir ekolü temsil ediyordu.

Hocanız Câhit Gözkân'ın mensup olduğunu belirtiğiniz mûsikî silsilesi ve hocalarından bahseder misiniz?

Büyük Hocamız Latif Ağa; 1815-1885 tarihleri arasında yaşamış, Osmanlı Sarayında beş yüzyıl hem okul hem de resmi dairelerini barındıran Enderun'da yetişmiş ve Enderun'un meşhur hocaları arasında anılmaktadır. O'nun bilgi ve birikimi ile silsilesini devam ettiren en önemli talebesi Kanuni Mehmet Bey'dir. Latif Ağa'nın diğer talebeleri arasında, devrin önemli mûsikîşinasları, Tamburi Ali Efendi, İsmail Hakkı Bey, Medeni Aziz Efendi ve Guatelli Paşa sayılır.

Kanuni Mehmet Bey (1859-1927) Latif Ağa'nın talebesi olarak Enderun'da yetişmiş, II. Mahmut dönemimde Sarayda Mehterhane'nin kaldırılmasından sonra yerine Enderun'da kurulan Mızıka-ı Hümayun 'da Türk Müziği bölümü olan "İnce Saz" şefi olmuş, 1908 meşrutiyeti hareketi sonucu, bu bölümün kapatılmasıyla emekliye ayrılmış. Bu dönemde talebesi olan Ahmet Mükerrem Akıncı'ya 15 yıl aralıksız klasik mûsikîmizin makam, usul ve eserlerini meşk etmiş. Çok iyi bir notist olduğundan döneminin eserlerini orijinal olarak notaya almış, "kütük" denilen nota dağarcığı ve "defterler" vasıtası ile klasik dönem eserlerinin günümüze ulaşmasında önemli bir rol üstlenmiştir.

Ahmet Mükerrem Akıncı (1885-1940) Kanuni Mehmet Bey'in talebesi, H. Câhit Gözkân'ın hocasıdır. 23 yıllık mûsikî hayatına rağmen, hocası Kanuni Mehmet Bey ile tanışmasını müteakip, tüm bildiğini bir kenara koyup, 15 yıl müddetle yeniden mûsikî meşk etmiş ve her konuda hocasının halefi olmuştur. Evinde talebelerine verdiği özel dersler ve haftanın belirli günleri yapılan umumi fasıl geceleri ile mûsikî hayatına büyük hizmeti geçmiş ve 20 yy. en önemli musikişinaslarından Câhit Gözkân'ı yetiştirerek tüm mûsikî veresesini ona devretmiştir.



Udî, Rebâbî Câhit Gözkân Hoca'nın evindeki meşk meclislerinden bahseder misiniz?

Hoca Câhit Gözkân(1909-1999), her zaman mûsikî meclislerini hocası Ahmet Mükerrem Akınca'ya tevarüssen devam ettirdiğini ifade ederdi. Hocasında gördüğü veçhile, haftanın bir günü umumi fasıl gecesi yapılırdı. Bu fasıl akşamına herkes sazını alıp sazende olarak veya okuyucu olarak veyahut da dinleyici olarak katılabilirdi.

Umumi haftalık fasıl akşamlarının dışında cumartesi günleri Cahit Hoca'nın hususi talebelerinin toplandığı meşk günü idi. Cumartesi günümüzün tamamı hocamızın evinde mûsikî meşkiyle geçer, bir kısım mûsikîşinaslar da cumartesi günü meşk olduğunu bildiğinden, Cahit Hoca'ya yapacakları ziyaretleri bugüne denk getirilerdi. Mesela Niyazi Sayın Cumartesi meşklerinin birçoğuna katılırdı.

Bir de eskiden beri özel olarak Cahit Hoca'ya devam eden talebe- mûsikî dostları vardı. Mesela bir cumartesi günü kapı çalındı ve içeriye hiç görmediğimiz birisi girdi. Cahit Hoca sevinerek "bakın çocuklar yeni talebem, 50 senelik" dedi. Gelen Hafız Kemal Tezergil'di. Hoca'ya yaklaşık elli yıldan beri devam eder hem dini hem la dini eserler ve de ud meşk edermiş. Yıllar içerinde bu ilişki dostluğa da dönüşmüş, böylece ara günlerde hem ziyarete hem özel meşke gelirmiş.

Hafız talebe deyince, bir hatıramı nakletmek isterim. Bir gün Cahit Hoca "Çocuklar 40 yıllık geleneğimiz değişti" dedi. Ne oldu hocam deyince, "fasıl akşamlarımızın sonunda, devam eden hafızlardan biri mutlaka Kuran-ı Kerim tilavet eder ve duası yapılarak, fasıl gecesi sona ererdi" dedi, devam eden hafızların azaldığını ifade etti. Zira fasıl geceleri adeta bir ayin-i şerif veya zikir meşki gibi, kuran tilaveti ve duasıyla sona erermiş. Bu husus eskilerin mûsikî meşki anlayışını ifade etmek bakımdan çok önemlidir.

Bu dönemdeki fasıl meclislerinden bahseder misiniz, hangi ses ve saz sanatkârları iştirak ederdi?

Benim katıldığım son 20 senedeki fasıl akşamları ile ilgili "bir fasıl akşamı" başlıklı bir yazım vardır. Hocamdaki mutat fasıl akşamlarından birini anlatmıştım. Bu hatıramızı tekrar edebiliriz.

"Hoca Câhit Gözkân'ın evindeki Fasıl; Kadıköy Çiftehavuzlar' da önündeki çamları Bozkurt sokağına eğilmiş bahçeli müstakil evin, duvarları tamamen nadide hat levhaları ile bezenmiş ve sadece mûsikî ile ibadete tahsis edilmiş odasında yapılır, çoğu zamanda bu emsali az bulunur hat koleksiyonundaki mısralar, beyitler, kelamı kibarlar, hadisler, ayetler, mûsikî arasında yapılan sohbetlere de bahis açardı.

Sazendeler toplandığında mûsikî, Tanburi Cemil Bey'in Mahur Peşrevi'nin coşkusu ile başlar, saz semaileri ile devam eden ilk bölümde sazlar ısınır, akortların oturması beklenirdi. İlk bölümdeki saz eserlerinden sonra, Riyaseti Cumhur Fasıl Heyetinde idarecilik ve Safiye Ayla gibi Atatürk'ün özel meclislerinde hanendelik yapmış olan, Ferit Tan, hazırladığı bir takım faslı icra etmek için tarihi defiyle ortaya çıkar, hemen her toplantıda hazır bulunan, Safiye Ayla, Semahat Özdenses, Fahriye Caner, Mualla ve Ayten Hanımlar... gibi eski ama her biri zirve olmuş sesleri etrafına alarak adeta tarihi bir koro oluşturur ve ilerlemiş yaşına rağmen gür ve diyaframını rahat kullandığı düz ve uzun sesiyle, Kasımpaşa'daki gençlik meşklerinde yaşadığı mestanelikle hanendeleri ve sazendeleri peşinde sürükler, ama mutlaka her defasında "sandıktan çıkardığı" birkaç sürpriz eserle faslın gidişatını dalgalandırmaktan küçük keyifler alırdı.

İşte böyle anlarda faslı yandaki küçük odadan, locada dinler gibi takip eden yine eskilerden kalma zevat arasında bir fısıldaşma yaşanır, hazırûn içindeki Yesari Asım, Özbekler Tekkesi'nden artakalan Şeyh Baba'ya "bakın fasıl sallandı ama şimdi Câhit Bey'in mızrabı daha kuvvetle duyulacak ve sendeleyen sazendeyi peşine takıp kurtaracak" dediği duyulur ve dediği gibi de olurdu. Zira Cahit Hoca kısa ve avucunun içinde sıkıca kavradığı mızrabı ile udun tellerini adeta ahenkle kamçılar, çıkardığı yuvarlak seslerle, perdeler tam net olarak duyulur, esasta mülayim bir kaynaştırıcı enstrüman olan ud, Hoca'nın elinde bir şef saz baskınlığında, saz heyetini yönetirdi.

Bazen de Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı'nın eski talebelerinden mûsikîde biraz fazla tutucu olan Hafız Abi; "Ferit Bey'in üslubu Hocamınkine benzemiyor", aman kulağımdaki bozulmasın diye biraz uzaklaşıp, mutfakta çayı demleyen Barut Tevfik namıyla maruf, Başsavcı Tevfik Barut'un yanına giderdi.

Dışarıda bu kritikler yapılırken fasıl odasında ahenk ve konsantrasyon artar makam ve usul tam kıvam bulur, sıra ara taksimine gelince önce misafir olan üstatlara teklif edilir, toplantıların müdavimlerinden Niyazi Sayın, İhsan Özgen, Erol Deran, Fahrettin Çimenli, Ş. Ünal Ensari gibi sazlarının ustaları, "mûsikîde geldikleri merhaleleri Hoca'ya anlattıkları" özlü, esaslı taksimler yaparlar, bu sırada nefesler tutulur, mûsikî lisanıyla halleşilirdi.

Birinci bölümden sonra çaylar içilir, ev sahibesi Cahit Hoca'nın muhterem eşi Muazzez Hanım'ın ikrarımı, genç müdavimlerin servisi ile ağızlar tatlanır, sohbet koyulaşır, hasretler giderilir, yarenlik edilir ve sıra ikinci bölüme gelir.

Bu defa, gençler korosu kurulur, Hâkî Numanoğlu veya Adana Mungan ortaya çıkar, yanlarında da Münip Utandı, Cahit Hoca'nın kızları Sabahat ve Melahat Hanımlar başta olmak üzere, tüm huzurunun iştirak ettiği başka bir klasik koro kurulur, bir başka makam tutturulur, fasıl coştukça coşar, bazen sololarla bazen taksimlerle dinlenilir, saatler ilerleyip, istenilmeyen zamanın gelmesinin tek tesellisi ise haftaya tekrar buluşma anonsu olurdu.

Biz de bu fasıl ve meşklerden sonra, adeta ayaklarımız yerden kesilmiş gibi ser mest olur, bir zaman kendimize gelemezdik.

Hoca Câhit Gözkân'ın dini-tasavvufi bir yönü biliniyor, bu konudaki izlenimleriniz anlatır mısınız?

Kültürümüzde mûsikî ile din ve tasavvuf iç içe geçmiş mefhumlardır. Hatta çok zaman birlikte mütalaa edilir. Tabi ki Cahit Hoca'nın yetişmesinde ve hayatında tasavvufun çok büyük önemi vardır. Bu konuda hocam Câhit Gözkan'dan duyduğum ve daha önce not ettiğim, hatıralardan biraz bahsedeyim;

Cahit Hoca'nın dinî mûsikîye ünsiyetinde aynı zamanda kayınbiraderi ve iş orağı olan, cam ticaretiyle meşgul oldukları için camcı lakabıyla da tanınan, "Ey Allah'ım beni senden ayırma" mısraı ile başlayan segâh ilahînin bestekârı Hulûsi Gökmenli Bey ile can dostluklarının tesiri büyüktür. Nazarî mûsikî bilgisi ileri derecede olmamasına rağmen tabiî bir istidat ve zengin kulak dolgunluğu ile gazel-kasîde nev'indeki serbest eser icrasında zamanın önemli hâfızları içinde yer almış Hulûsi Bey'le Câhit Hoca'nın saz ile söz atışmalı icrâları senelerce aktarılacak mûsikî hatıratı içinde yer almıştır.

Yine bu iki gönüldaş kafa kafaya verip kâh Nat' Mevlâna'yı aslına en yakın hâliyle tespit etmek için semt, semt İstanbul'un eski mevlevîlerini arayıp, bulduklarını kaydetmişler, kâh memleketin bütün vilâyetlerini gezerek kendisi de âdeta bir evliyâ sâfiyetinde olan Hulusi Bey'in iz sürmesiyle gelmiş-geçmiş evliyâ makamlarını ziyâret etmişler, bazen durup Kütahya'da havuz başında Neyzen Ahmet Yakupoğlu Bey'in demlerini dinlemişler, bazen de Hoca'nın yanından eksik etmediği seyahat uduyla sabaha karşı öten bülbüllerle halleşmişlerdir.

Bu iki yol dostuna böylesine bir enerji ve coşkuyu yükleyen kaynakların başında sohbet ve muhabbet halkasına dahil oldukları zamanın Nakşî Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi ile bilâhare onun dünyadaki yerini dolduran Müderris Mahmut Efendi'yi anmadan edemeyiz.

Câhit Hoca'nın, hocası Hâfız Ahmet Mükerrem Akıncı'nın evinde yapılan mûtat fasıllardan önce veya hemen sonra ezberinde olan fasılları huzurunda hem çalıp hem okuduğu, Mahmut Efendi "yaktın beni evlâdım" diyerek ceketini çıkarır, hürmet ettiği büyüğünün böyle mest olduğunu gören Hoca, aşkının, şevkinin, nasıl artığını hususî meşklerimizde usulca, yalnız birkaç talebesine anlatırdı.

Ömrü boyunca yaşadığı Nakşî neşvesi; Hoca'yı aynı zamanda, şiir, edebiyat ve tasavvuf zengini nüktedan bir hatip ve bir hoşgörü âbidesi hâline getirdiği gibi, 1950'yi izleyen yıllarda Konya'da başlayan Mevlevî ihtifallerinde Saadettin Heper, Halil Can, Halil Dikmen, Niyâzî Sayın, Hopçu Şâkir Güler, Kâni Karaca ve Hulûsi Gökmenli ile birlikte Mevlevî âyinlerinin müzisyen bir heyet tarafından geçilip hazırlanmasında öncü ve öğretici olmasına ve Semâ merasimlerinin açılış taksimlerini Rebap ile yapan baş sâzendeleri arasında yer almasına mâni olmamış, bilakis müzisyen olarak Semâ gösterileri ve Mevlevî âyinlerinin yeniden icrâsında hizmeti olmaktan duyduğu hazzı her fırsatta ifade etmiştir.



Cahit Gözkân'ın 20.yy'daki en önemli Rebâbilerden olduğunu biliyoruz. Rebâb hakkındaki beyanları nedir?

Yine hocam Câhit Gözkân'ın Rebâb hakkındaki ifadeleri ve bazı mülakat notlarından derlediğim notlarımdan bahsetmek isterim;

"Klasik mûsikîmize vukufu ve ud icrasındaki ustalığıyla maruf olan Hoca, unutulmak üzere olan Rebâb sazını icra ve ihya etmesi yanında, klasik kemençe, keman ve tambur sazlarını da ileri derecede icra ederdi. Rebâb sazında talebeleri Nezih Uzel, Şeref Aydemir ve Dinçer Dalkılıç olup, Dinçer Dalkılıç'a da Rebâb sazının yeniden îmâli ve icrası ile ilgili kritik çalışmaları olmuştur."

Hocam Cahit Gözkan, Rebâb Sazını ait olduğu yerde, Mevlevî âyinlerinin icrası içinde ve Konya'da 1956-1966 yıllarında yeniden ihya edilen Mevlâna ihtifallerinde ve de bu merasimlerin açılış taksimlerinde kullanmıştır.

Bir mülakat çerçevesinde ve şifahi sohbet ortamında, Hoca Câhit Gözkan'ın Rebâb Sazı hakkındaki ifadeleri hiçbir yoruma hacet bırakmadan, Rebâbın serencamını şöyle anlatıyor;

"Tanburi Cemil Bey'den sonra merhum Kemani Faik Mis Bey de Rebâb çalardı. Kendisini 1930'lar da dinlemiş ve bir de Rebâb almıştım.

Türk mûsikîsi, ehli aşk olan eslafın himmetleriyle haddi kemâle gelmiş olduğundan lâyemut (ölümsüz-ebedi) olduğuna inanıyorum. Aşk esbabı hilkatten olduğuna göre aşka müteallik hususatın baki kalması tabiîdir. Rebâb; bir cihetten de güzel sanatlar akademisi olduğu muhakkak olan Mevlevî dergâhına girmiş, o dergâhta hayatiyetini muhafaza ederek bizlere kadar gelmiştir. Sultan Veled Hz.'nin "Bişnevidez nâle-i banki Rebâb" buna delildir. Ancak saha ve imkânsızlıklar onu bugün konuşamaz hale getirmiştir.

Herhangi bir alet-i mûsikîde icrakârlık iki şıktan hâli değildir. Birinci mertebede Saz, icrakâra hükmeder. Bu mertebeden sonra, ikinci mertebede, icrakâr sazına hükmetmeğe başlar ki, artık muvaffakiyet yolu açılmış denektir.

Rebâb'ta hemen, hemen birinci şık devam eder. Rebâb icrakâra karşı daima ağırını koyar. Yani, icrakârın tasarrufuna girmez. Bu mübarek sazın sazende ile ülfeti, sazendenin kendi şartlarına uyması ile kabil olur. Bu da, Rebâbın ağır, manevî tavır ve nağme ahengine intibak edebilmek zevk ve kabiliyetini gösterebilmesine bağlıdır. Rebâb bünye ve manasına uygun olan; ayini şerifler, ilâhiler, beste ve semailerdir. Hülâsa, Rebâb mecazdan ziyade hakikati terennüm eden bir saz olduğundan ehli aşkın elinde dile gelir ve aynı şartları haiz muhatap arar. Bu sebeplerdir ki Mevlevî dergâhı şeriflerinde icra edilerek Uşşâk'a hitap etmiş ve dergâh canların mahremi olmuştur.

Pek güzel ney üfleyen ve keman başta olmak üzere birçok sazları maharetle imal edebilen Mühendis Dinçer Dalkılıç Bey benden Rebâb ölçüsünü alarak birkaç Rebâb imal etmiş, Kütahya'da bulunduğu esnada Ressam ve Neyzen Ahmet (Yakupoğlu) Çalışel Bey'in talebelerine vererek Rebâb ile meşgul olmalarını teşvik etmiştir.

Muhakkak olan; Rebâb bir müptedi sazı değildir. Perdesiz ve bir tel üzerinde icrâ edilişi oldukça mûsikî bilmeyi, sesleri iyice tanıyacak hale geldikten sonra Rebâb çalmaya teşebbüsü zaruri kılmaktadır. Rebâbın geleceği yukarıda bahsi geçen zevatın iştigali sebebiyle sembolik olarak devam ve intikal edebilirse de, sahasını kaybettiğinden pek ümit verici olmayıp, tarihe intikal etmesi de ihtimal dahilindedir. Ancak bir "Mevlânâ Akademisi" tesis edilir ve bunun zımnında da evvelce olduğu gibi usûlü veçhile ayinlerin icrası ve bu mefhum içinde yetişecek Rebâbzenlerle inkişâfı mümkündür."

Hoca Câhit Gözkan'ın ud metodu hakkında bilgi verir misiniz?

Cahit Hoca'nın "klasik mızrabın" son temsilcisi olduğunu, Beşir Ayvazoğlu, Çinuçen Tanrıkorur Beyin ifadesi ile "İstanbul Bir Ud Sesindedir" adlı makalesinde tespit etmiştir. Cahit Hoca bir ud metodu olduğunu, bu metodu yazmadığını, ama talebelerinin bu metoda vakıf olduğunu, bir mülakatında ifade etmiştir. Özetle bu ud metodu; dört parmak ve en alt teldeki dört pozisyon ile ve de üsten alttan mızraplarla, udun tellerini ahenkli bir şekilde bazen okşamak, bazen kamçılamak şeklinde ifade edilebilir. Ancak asıl pozisyon 1. Pozisyon olarak adlandırılan, sol elin sabit biçimde udun sapına dayanması ile, si natürel ve mi natürel perdelerine 2. Parmak ile basıp, ağırlıklı olarak 2. ve 3. Parmakların kullanıldığı bir pozisyon uygulamasına dayanır. Bu pozisyonda el sabit olduğundan falso ses basılma ihtimali pek azdır. Mızrap kısadır, ucu ekmek bıçağı şeklinde açılır, yumuşak malzeme tercih edilir. 8'lik notalarda adeta yay çeker gibi üsten alttan mızrap vurulur. 4'lük notalar tek vuruş, cümle bitirme darbesi olarak kullanılır. Seyir sürati, eserin ifade kabiliyetini ortadan kaldırmayacak şekilde tayin edilir. Perdelerde kat'iyen vibrasyon yapılmaz. Parmak sadece olduğu perdede, yerinden kalkmadan, sağa-sola milimetrik hareket edebilir. Bu izahat sadece bir fikir vermek içindir. Yoksa en yakın talebelerinden Ş. Ünal Ensari, Hoca Hakkında bir mülakatında; "Hocamın en az 15 çeşit mızrap vurma şekli olduğunu tespit ettim demiştir."

Hoca Câhit Gözkân ile ilgili iz bırakan hatıralarınız var mıdır?

Hocan Câhit Gözkân ile ilgili gerek mûsikî meclisimizde dile getirilen gerekse talebeleri ve yakın çevresinden duyduğum pek çok mesel teşkil edecek hatıram mevcuttur. Ancak benim kendisine olan merbutiyetim sebebiyle nakillerimin mübalağa olacağı zannını uyandırabilecek olması bakımından ihtiyatla, birkaç hatıra nakletmekle yetineyim. Mesela;

- Hocamın küçük kızı olan Melahat Hanım bir sohbetimizde Münir Nurettin Selçuk'un bir ziyaretini anlatmıştı; malum İstanbul kibarları arasında ziyaretlerin haber verilerek yapılması esastır. Ama bir gün kapı çalınır, kapıya evin küçük kızı Melahat Hanım bakar, karşısında Münir Nurettin Selçuk durmaktadır. Münir Bey evin müdavimleri olan mûsikî halkasından biri değildir, Cahit Hoca'dan da 10 yaş büyüktür. Sadece mûsikî dünyasından gayet resmî bir tanışıklıkları vardır. Münir Bey, kızım Hoca evde mi diye sorar? Melahat Hanım evde efendim hemen haber vereyim der, Cahit Hoca hemen gelir, buyur edilir selamlığa alınır. Münir Bey hemen konuya girer; Cahit Beycim filanca makamlar ve birbirlerine yakınlıkları hakkında bir problemim var, çözemedim, sizin bu konuda bir malumatınız var mı diye sorar? Cahit Hoca hemen yanda bulunan mûsikî odasından udunu getirir ve konu olan makamları ud ile izahlı olarak anlatır. Münir Bey tatmin olur ve teşekkür ederek ayrılır.

- Hocamın en yakınında 47 sene bulunmuş talebesi Cumhuriyet Savcısı, Udî, Kemanî ve Bestekâr Ş. Ünal Ensari birkaç kere anlatmıştı; zamanın önde gelen gazeteci-yazarlarından Ref'i Cevat Ulunay'ın Pendik sahilinde yazlık evi varmış. Ki halen de Pendik'te merkezi ve uzun bir cadde onun adını taşır. Bu yazlık evde her sene yaz aylarında, bahçede yaz faslı yapılır, zamanın önde gelen sanatkârları da bu fasıl akşamına davet edilirmiş. Yine böyle bir yaz akşamı, mutat olduğu veçhile fasıl arası sohbetlerde, nadirattan ve pek kullanılmayan Nühüt ve Büzürk gibi makamlardan sohbet açılmış, sonunda da hazırûn içinde bulunan meşhur Udî Yorga Baconos'tan bu makamlarda bir taksim istenmiş. Yorga hemen taksime girmiş ve devam ederken yanında oturan Câhit Gözkan kimsenin duymayacağı şekilde Yorga'nın kulağına doğru eğilip, yakından tanıdığı Udî'ye, "atma Yorga demiş, Yorga da sessizce aman Câhit'ciğim sesini çıkarma senden başkası anlamaz" diye cevap vermiş. Bu diyalog yaşanırken, her yere yanında götürdüğü talebesi Ünal Ensari de ikisinin arasında arkalarında oturmakta imiş. Ünal Ağabeyimiz biraz da hocasıyla övünmek için bu hatırayı arada tekrar ederdi.

- Konya'da 1950'li yıllara yapılan Mevlâna İhtifallerinin ilk katılımcı ve dahi öğreticileri arasında yer alan Hoca Câhit Gözkân'a bir mûsikî sohbeti içinde zirgüleli Hicaz makamının şedlerini sormuşlar. Hoca da o zaman yanından ayırmadığı diyapazon düdüğünü üfleyip, bu "re-yegâh" deyip şedaraban, bu "mi-hüseyni" deyip suzidil, bu "sol-gerdaniye" deyip hicazkar, bu "ırâk" deyip evcârâ makamlarını yapmış ve makamları bütün incelikleriyle tarif etmiş sonra dönüp soruyu sorana hiçbiri birbirine benziyorlar mı demiş, bu derece mûsikîye vukuf karşısında şaşıran sual sahibi tabii benzemiyor demek durumunda kalmış. Bu diyalogdan hemen sonra bir arkadaşı, Cahit Bey'in yanına yaklaşıp, Câhit'cim ne yaptın, aynı kişi senden önce, gurubun en kıdemli hocası olan, Kudümzenbaşı Saadettin Heper'e aynı soruyu sormuş, Saadettin Hoca da uğraşmamak için olsa gerek, hepsi aynı şeydir, sadece perdeleri farklıdır diye geçiştirmiş. Cahit Hoca bu anısı için; "hiç bu kadar mahcup olduğum bir hali hatırlamıyorum, yerin dibine girdim" diye anlatırdı. İşte eslafın zarafeti…

- Cahit Hoca'nın müdavimleri arasında, iki Müslim Bey vardır. Birincisi Av. Muammer Müslim Topçu, diğeri Başhekim-Dr. Müslim Kızılkan'dır. İkisi de udîdir, umumî fasıl akşamlarının dışında, özel cumartesi meşklerinin de takipçilerindendirler. Dr. Müslim Bey'in birçok bestesi de mevcuttur. Dr. Müslim Bey'in mûsikî çevresi hayli geniş olduğundan, Cahit Hoca hakkında, meclisimiz dışında duyduğu bir anısını arada bir tekrar ederdi. Zamanın genç ve meşhur udîlerinden birine-ki emin olmamakla beraber ismini ihtiyatla ifade ediyorum. C. S.'a çok iyi ud çalıyorsunuz, herhalde en iyi udî sizsiniz demiş. Bu ifade karşısında genç udî; evet en iyi benim, ama Cahit Hoca'yı kastederek, "Kadıköy'de bir ihtiyar var. O benden de iyi demiş."

- Cahit Hoca'nın bir de Radyo hayatı vardır. İstanbul Radyosunun kurucularından Mesut Cemil'den, zamanın üstat mûsikîşinaslarına kadar mûsikî dostluğu ve arkadaşlığı olan Cahit Gözkan, 1945 ve 1970'li yılları arasında, 25 yıl boyunca İstanbul Radyosunda birçok fahri vazifede bulunmuştur. Bunlar Radyo'ya alınacak sanatkârların imtihan edilmesinden, yapılan kayıtların dinleyerek kontrol edilmesine kadar, hocaları Ahmet Mükerrem Akıncı Talebeleri korosundan, saz eserleri icra eden heyetlere ve dahi bazı özel kayıtlara katılmaya kadar çeşitli gönüllü çalışmalardır. İşte zaman zaman bu Radyo yıllarında bahseden Cahit Hoca; "bir gün olsun, programdan önce veya sonra, Radyo çay ocağına inip oturmadım" demişti. Sebebini ise, "gönlüm bir başka tarafa kaymasın" diye ifade etmiştir.



- Hoca Câhit Gözkân, aynı zamanda iş ortağı ve can yoldaşı olan, kayın biraderi Hafız-Mevlithan Hulusi Gökmenli ile birlikte yurt sathında seyahatlere çıkarlar ve bilhassa evliya makamlarını ziyaret ederlermiş. Gerek bu seyahatler içinde gerekse özel olarak ziyaret ettikleri yerler arasında, Kütahya ayrı bir yer tutar. Zira Kütahya mûsikîşinaslarının başında gelen Ressam ve Neyzen Ahmet Yakupoğlu ile yetiştiği İstanbul yıllarından ve mûsikî muhitinden kaynaklanan sıkı bir dostlukları vardır. Ayrıca Kütahya'daki zamanın genç neyzen ve rebâbzenleri, genellikle İstanbul'da geçirdikleri üniversite yılları boyunca Cahit Hoca'ya mûsikî talebesi olmuş ve rebâb sazını onda tanıyıp, icra etmeye talip olmuşlardır. Zaten Ahmet Yakupoğlu da yüksek lisans tezi olan bir mülakatında; "biz rebâbı Câhit Gözkân Bey'den aldık" diye ifade ediyor. İşte yine böyle bir Kütahya seyahatinde; Câhit Hoca'nın küçük oğlu Bülent Gözkân anlatıyor; "Babam ve Hulusi Dayım ile birlikte Kütahya'ya geldik, ben daha küçük bir çocuktum, babam birçok kere beni veya abim M. Halit Gözkân'ı bu seyahatlerinde yanında götürürdü, babam otomobilimizi park etti hem kalabalıktık hem de yanımıza çokça eşya aldığımızdan valizlerimiz de ağırdı. Her zamanki otelimize yerleştik, valizler açıldı, epey bir zaman geçti ki, babamı bir telaş aldı. "Çocuklar udum yok dedi", arandık hakikaten yanımızda getirdiğimiz, babamın seyahat udu yok. Otelde bulamayınca, hemen otomobilimizin park edildiği tarafa yöneldik. Otomobilin çevresinde kalabalık bir çocuk gurubu vardı, ortada ise babamın udu elden ele dolaşıyor, her biri udu çalabilmek için bir taraftan çekiştiriyordu. Neyse ki, kazasız, kırıksız udu geri alabildik. Bu arada Cahit Hoca'nın büyük oğlu M. Halit Gözkân da; "1950'li yıllarda Mevlâna İhtifalleri sebebiyle yapılan Konya seyahatlerinde 14-15 yaşlarında babamın yanında gider, notaları ve mûsikî malzemelerini de ben taşıdığımdan, adım çantacı olarak anılırdı" diye anlatırdı. Bu hatıra ve seyahatler Cahit Hoca'nın ailesi ve çocuklarına yakınlığını ve yurt geneline yayılan sosyal yaşantısını da göstermektedir.

- Bu arada, Nezih Uzel'in, "elime ilk kudüm zahmelerini tutuşturan hocam Cahit Gözkan'dır" beyanını ve diğer talebesi Dinçer Dalkılıç'ın, "Rebab bugün Hocam Cahit Gözkân sayesinde yaşıyor" şeklindeki yazılı beyanını da kaydedelim.

Hoca Câhit Gözkân'ın diğer talebeleri hakkında da malumat verebilir misiniz?

Hocam Câhit Gözkân'a çok kişi talebe olarak gelmiştir. Birçok mûsikîşinas da kendisinden istifade etmiştir. Sohbetimiz içinde geçen mûsikî erbabının isimlerinden bu husus zaten anlaşılmaktadır. Biz hocamıza 4 arkadaş olarak meşke başladık, geçen 40 yıl içinde her birimiz hocamızı gerek içimizde gerek çevremizde yaşıyor ve yaşatıyoruz. Bizden önceki jenerasyon içinde de bir 4 kişilik arkadaş gurubu vardır. Üçü rahmetli oldu, bunlardan Fahrettin Çimenli hakkında kaleme aldığım bir yazı içinde bahsetmiştim. Şimdi bu vesile ile Fahrettin Çimenli Ağabeyimiz hakkındaki beyanlarımızı tekrar ile onları da anmış olalım;

"Fahrettin Çimenli'yi 1979 yılında talebesi olduğum ve ilk seneden itibaren, yirmi yıl süreyle, hususi ve umumi mûsikî meşklerine katıldığım, hocam Câhit Gözkan'ın (1909-1999) önceleri Salı, sonraları cuma akşamları icra edilen mûsikî toplantılarında tanıdım.

Bizden önceki kuşak talebelerden, Udî ve Kemanî Ş. Ünal Ensari (1937-2016), Kemanî Oktay Özkanç (d.1937), Kanunî Artemiz Biricik (d.1938) ve Tanburî Fahrettin Çimenli (d.1933), dört arkadaş olarak 1956-1959 arası yıllarda Cahit Hoca'ya devam etmeye başlamışlar ve Hoca'nın 1999 yılındaki vefatına kadar, kırk yılı aşkın süre de bu hoca-talebe ilişkisi, adeta baba-oğul ve dost halkası halinde devam etmiştir.

Bu vesile ile benim de mûsikîde ağabeylerim olan Fahrettin Çimenli ve arkadaşları hakkında otuz yılı aşan dostluk içinde kulağımda kalan hatıralardan birkaçını aktarmak isterim. Şöyle ki; Ünal, Oktay ve Artemiz'den oluşan bu üçlü, önceleri üniversite öğrencisi olarak Fatih Camiinin avlusunda bulunan bir kamu yurdunda kalıyorlar, bir taraftan da İstanbul Üniversitesi Korosu'na devam ediyorlar. Bu sırada bağlama çalmakta olan Fahrettin ile tanıştırılıyorlar. Bağlama ile kendilerine kusursuz refakat eden Fahrettin Çimenli'yi önce yadırgıyorlar, sonrada senin tanbur çalman gerekir diye düşünerek, Kumkapı Nişanca'da ney ve diğer enstrümanlar icra ve imal eden, Neyzen Salih Dede'nin torunu olan Agâh Dede'nin dükkanına götürüyorlar. Fahrettin'i dinleyen Agâh Dede, yüksek bir rafta duran tozlu bir tanburu Fahrettin'e indirtiyor, bakımını yaparak, çaldırıyor. İlk defa eline aldığı tanburu çalışından hayrete düşen Ağâh Dede, para-pul lafı bile etmeden, "al bu tanbur senin, götür" diye Fahrettin'e veriyor.

Bilahare Yenikapı civarında bir fırının üst katındaki Fahrettin'in yaşadığı küçük bir daire, üniversite ve koro dışındaki zamanlarında, bilhassa cumartesi ve pazar günlerinin tamamında, bu dörtlünün müzik icra ettikleri mekân oluyor.

İlk önce Cerahpaşa Camii İmamı Hafız İsmail Karaçam Ünal Ensari'yi, kabiliyetli bir genç diye Cahit Hoca'nın evinde yapılan fasıllara götürüyor ve kendisi ile tanıştırıyor. Sonrasında da Ünal Ensari, mûsikî arkadaşları olan, Artemiz, Oktay ve Fahrettin'i, Hoca Câhit Gözkan'ın evinde yapılan fasıl akşamlarına götürüp, tanıştırıyor. İlk gittiklerine gençler hazırladıkları Neveser peşrev ve saz semaisi icra ediyorlar. Hazır olan misafirler kendilerini dinliyor ve tebrik ediyorlar, üzerine Cahit Hoca bir Neveser Taksim ediyor. Ki, bu defa gençler hayranlıklarından şaşırıp kalıyor ve mahcubiyetten ne yapacaklarını bilemiyorlar, nasıl biz böyle bir ortamda saz çaldık diye utanıyorlar. Böylece kırk yılı aşacak bir hoca-talebe münasebeti başlıyor, Üniversite Korosu, Ağâh Dede'nin dükkânı, Fahrettin'in odası ve Cahit Hoca'nın mûsikî toplantıları içinde yetişiyorlar. Hatta önceleri Etiler semtinde ikamet eden Fahrettin Çimenli'nin mûsikî arkadaşlarına ve Cahit Hoca'ya yakın olmak için, bugün de ikamet ettiği Göztepe'ye taşındığını, Ünal Ensari Ağabeyimiz ifade etmektedir.

Hoca Câhit Gözkân'ın evinde yapılan mûsikî meşkleri, ananeye uygun olarak, geçilen eserler içinde, form, usul, makam ve taksim kritikleri ve uygulamaları şeklinde cereyan eder. Sohbet bahsinde ise, eslafa dair mûsikî hatıraları nakillerinden, gündelik meşgalelerin paylaşımına kadar uzanırdı. Talebelerin dışında misafirlerin de katıldığı, umumi fasıl akşamlarında ise, daha önceden hazırlanmış takımlar geçilir, taksimler edilir, sololar dinlenirdi.

İşte böyle meşk günlerinden birinde sazlarında ilerlemiş olan dört arkadaş Radyo kadrosuna girmek isteklerini aşikâr ederler ve hocalarından destek isterler. Bu dönemde Radyoda saz eserleri programları yapan ve mûsikî muhitinde, Radyonun kurucusu Mesut Cemil'den, Türk Müziği bölümünün başına getirilen Ulvi Ergüner'e yakın arkadaşlıkları bulunan, Câhit Gözkân ve Yekta Akıncı Hocalar, üniversiteli olan Ünal, Artemis ve Oktay'a yüksek tahsil yaptıkları mesleklerini ifa etmeleri, mûsikîyi amatörce yapmaları gerektiğini ifade etmişler. Sadece Fahrettin Çimenli'nin o sıralarda "singer" markalı dikiş makinaları firmasında çalışıyor olması sebebiyle, profesyonel mûsikî hayatına geçmesini uygun görmüşlerdir. Zira büyük hocaları Ahmet Mükerrem Akıncı ve Kanunî Mehmet Bey'in, "mûsikînin ticari bir iş olarak görülmemesi" yönünde vasiyetlerine, hep uymuşlardır.

Fahrettin Çimenli Ağabeyimiz, İstanbul Radyosundaki ve Devlet Korosundaki görevleri yanında piyasanın da aranan sazendesi olması sebebiyle, çok yoğun bir mûsikî hayatı içinde bulunmasına rağmen, Hoca Cahit Gözkân'ın evinde icra edilen geleneksel ev fasıllarına iştirak eder ve mutlaka ara taksimlerinden birini de icra ederdi. Fahrettin Ağabeyin taksim ettiği sırada Ünal Ensari Ağabeyimizin yanında oturduğu Cahit Hoca'nın kulağına eğilip, "Hocam Fahrettin Taksim etmede ne kadar ilerledi, değil mi?" sualine, Hocanın da "evet çok iyi oldu." cevabını, yanlarında olduğumdan duyanlardanım. Sonralarında Fahrettin Çimenli ve Ş. Ünal Ensari'nin ikili icralarını, hafızasında ve arşivinde en güzel kayıtlar olarak taşıyacak olanlar arasındayım.

Nitekim "Fahrettin Çimenli ismi, Taksim Meydanına verilse yeridir." diye, hakkında makale yazılması boşuna değildir. Kendisi önemsemese de Hüzzam ve Saba makamında iki saz semaisi ve Hicaz ve Nihavent makamında iki şarkı bestesi olan Fahrettin Çimenli'nin asıl eserleri, tamamına yakını Radyo neşriyatı içinde olup, elimizde de bulunan ve sayıları bini aşan taksim kayıtlarıdır.

Altı bin civarında eseri ezberinde taşıyan, bilhassa günümüzde icrası çok azalmış saz eserlerini, eksiksiz icra edebilen, baskıları kusursuz, mızrabı ve yayı çok temiz ve güçlü olan Fahrettin Çimenli bulunduğu saz heyetlerinde, hep baş sazende olarak görülmüştür.

Fahrettin Çimenli bir sohbet sırasında, mûsikî aşk ve tutkusunu; "yoğun mûsikî hayatı içinde olan birçok mûsikîşinasın zaman zaman mûsikîden bıktıklarını, ancak kendisinin 70 yılı aşan mûsikî yaşantısı içinde böyle bir bıkkınlığı hiç yaşamadığını" ifade ederken, "bazen Radyo kayıtlarında iptaller olur, genç müzisyenler sevinerek Radyodan ayrılırlarken, ben müzik yapamadığımız için üzülürdüm." diye anlatmıştır.

Ayrıca mûsikî muhitlerinde vakur ve beyefendi tarzını hep korumuş olan Fahrettin Çimenli'nin, etrafında daima bir saygı ve sevgi çemberi oluşturduğunu kırk yıla yaklaşan dostluk ve abi-kardeş münasebeti içinde bizzat müşahede edenlerdenim."

Udî, Rebâbî Hoca Cahit Gözkân size özel nasihatleri var mıydı?

Hocam Cahit Gözkân'ın, kelimeler ile nasihatte bulunma gibi bir huyu olmadığı gibi buna ihtiyaç da bulunmamaktadır. Zira: Hoca'nın hali, yaşam tarzı, hadiseler karşısındaki tavrı; tam bir örnek insan tipidir. Bütün talebeleri ve yakınlarına numune teşkil etmiştir. Cahit Hoca'ya talebe olmak demek, zaten iyi ve faydalı ve de aynı zamanda her yönden donanımlı insan olmayı öğrenmeye talip olmak demektir. Vesselam…

Bu vesile ile, Hoca Câhit Gözkân'ı vefatında söylediğimiz bir dörtlük ile ve de minnet ve rahmet ile yad ederek söyleşimizi tamamlayalım.

Açtı kucak yetmiş sene mûsikî ve semâya

Etti taksim hem fâkire hem pir u evliyâya

En nihâyet gezdi ûdu bir dönülmez meyanda

Geçti Câhit Gözkân Hoca Bu dünyâdan ukbâya

07.05.1999-Cemil Altınbilek
Yazar Hakkında
Cemil Altınbilek
Hoca Cahit Gözkan
Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı
Kemani Yekta Akıncı
Hoca Kanuni Mehmet Bey
Hoca Enderinî Latif Ağa
Tanburi Fahrettin Çimenli
Hafız-Mevlüdhan Hulusi Gökmenli
Manisalı Musikişinaslar ve Müftü Alim Efendi
Manisalı Hafız Ahmet Esad Uğurlu, namı diğer Çorapçı Ahmet Efendi

Diğerleri: Dergiler

Derûnhân
Görünüm
956
Tepki Puanı
2
Saz ve Söz Etkinlikleri - 3 Mustafa Nafiz Irmak "Sohbet, Dinleti" Konuk: Prof. Necdet Yaşar *** Özer Özel: Solist Aslıhan Eruzun Özel: Kemençe Korkutalp Bilgin: Tanbur 28 Şubat 2009 Cumartesi / Saat: 14.00 Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi Evi ********** Mustafa Nafiz Irmak'ı Andık Saz ve Söz...
Derûnhân
Görünüm
907
Mehmet Güntekin, Türk musikisi ile ilgili herkesin yakından tanıdığı bir isim. İcracılığının yanısıra yazarlık, dergicilik, koleksiyonculuk, televizyon programcılığı gibi vasıflarıyla tanınan Güntekin, bir süredir Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Korosu'nun müdürlük görevini de...
Derûnhân
Görünüm
927
Tepki Puanı
1
Uygur Müziğinin Kısa Tarihçesi Çin hanedan yıllıkları, MS. 567 yılında imparator Wudi’nin sarayına gelin olarak gelen bir Türk prensesinin maiyetinde gelmiş bulunan Sujup adlı Kusen’li (Qiuci) bir müzisyenden bahsederken gam ve 5 sesli müzik teorisini Çin’e tanıttığını ifade ederler. Tang ve...
Derûnhân
Görünüm
491
İhsan Özgen ile Söyleşi Kıymetli hocamız İhsan Özgen, hepimizin tanıdığı, hepimizin bildiği, hepimizin duyduğu, belki kemençesiyle büyüdüğü ve belki de musikimizle uğraşan herkesin gıyaben hocası olan bir isim. Kendisiyle uzun süredir gerçekleştirmek istediğimiz sohbetimizi, senelerce kemençe...
Sohbete katıl

Ayrıntılar

Yazar
Cemil Altınbilek
Görünüm
283
Son güncelleme

Bu yazıyı yayınla

Üst Alt