Karşılaştırmamıza geçmeden önce iki büyük nazariyatçımız hakkında bilgi vermek isterim:
Nayi Osman Dede:
İstanbul'un Vefa semtinde dünyaya gelmiş, Süleymaniye Darüşşifası başhademelerinden Hacı İbrahim Efendi'nin oğludur. Çocukluğundan itibaren tasavvuf, edebiyat ve mûsikîye ilgisi olan Osman Dede, genç yaşlarında Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gavsî Ahmed Dede'ye intisap etmiş, burada hat, Farsça ve mûsikî derslerinin yanında ney meşk etmiştir. Kısa bir zamanda neyzenbaşı görevi aldığı gibi şeyhi vefat edince de dergâhın şeyhi olmuş ve vefat ettiği 1929'a kadar 30 yıl postta kalmıştır. Ney sazındaki üstün kabiliyeti sebebiyle Kutbunnâyî (neyzenlerin zirvesi) unvanı verilen Osman Dede, kendi adıyla anılan ve ebced harflerine dayanan bir nota sistemi geliştirmiş olup aynı zamanda bestekârlığı ve nazariyatçılığı ile ardından pek çok eser bırakmıştır. Dört mevlevî ayini, iki ilahî, bir nakış yürük semâî, yirmi sekiz peşrev, yirmi beş saz semâîsi bestelemiştir. Fakat en kıymetli eserlerinden sayabileceğimiz Miraciye'si, Türk din mûsikîsinin günümüze ulaşmış tek örneği olmakla birlikte, Klasik Türk mûsikîsinin süre ve yapı açısından en büyük bestesi olma özelliğine de sahiptir. (Erguner, Osman Dede, Nâyî, 2007, s.461) Musiki hakkında iki eseri vardır. Birincisi, Nota-i Türkî ismindeki repertuar defteridir. Osman Dede'nin kendi nota tekniği ile kaleme aldığı altmış beş peşrev ve birkaç semâîyi ihtiva eder. Rabt-ı Ta'bîrât-u Mûsikî isimli diğer eseri ise nazariyat konularını içerene 256 beyitlik Farsça bir edvardır. (Erguner, Osman Dede, Nâyî, 2007, s.461)


Abdülbâkî Nâsır Dede: Anne tarafında Kutbunnâyî Osman Dede'nin torunu olup Yenikapı semtinde dünyaya gelmiştir. İlk eğitimine başladığı babası Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhlerinden Ebubekir Dede'nin 1775'te 1775'te vefatı üzerine, Milasmüftüsüzâde Halil Efendi'den Arapça ve Farsçanın yanında dinî ilimler tahsil etmiştir. Daha sonra dergâhta sema meşk edip ayinlere katılmış, bu arada dergâhtaki mûsîkişinaslardan istifade etmiştir. Ağabeyi Ali Nutkî Dede'nin şeyhliği sırasında neyzenbaşı olduğu Yenikapı Mevlevîhânesi'ne 1801'de onun vefatı üzerine şeyh tayin edilmiştir. 1821'de vefat etmiş ve buranın hazîresine defnedilmiştir. Bilhassa III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde şöhret bulmuş ve bu iki padişahın övgüsüne mazhar olmuştur. Kaleme aldığı eserleri ve besteleri ile mûsîki ilmindeki maharetini göstermekle birlikte aynı zamanda iyi bir mutasavvıf ve edebiyatçıdır. Beş makam ve bir usûl terkib etmiş olup biri günümüze ulaşan iki de ayin bestelemiştir. Edebî eserleri de bulunmakla birlikte Ali Nutkî Dede'nin kaleme aldığı Defter-i Dervişân'ı devam ettirerek dönemin mutasavvıf ve mûsikîşinasları hakkında önemli bilgilerin günümüze ulaşmasında vesile olmuştur. Ayrıca mûsikî ilmine dair Tedkîk ü Tahkîk ve Tahrîriyye isimli iki eseri bulunmaktadır. Tekîk ü Tahkîk'inde 136 makam ve 21 usûlü izah etmiştir. Tahrîriyye isimli eseri ise kendi icat ettiği nota sistemini açıklamakla birlikte bu nota ile yazılmış dört besteyi ihtiva etmektedir. (Özcan, Abdülbâki Nâsır Dede, 1988, s. 199)

Nayi Osman Dede'nin Mûsikî Düşüncesi ve Ses Sistemi: Osman Dede'ye göre mûsikî ilmi, evvela Hz. İdris ile başlamış, daha sonra Pythagoras bunu devam ettirmiş ve ikisinin ismi de mûsikî tarihi boyunca önemini korumuştur. Eserinde sesin tarifini değil fakat önemini ele alır. Kalpten gelen sesin yine kalbe ulaşacağı, ses ve sözün mutlak bir uyum içerisinde olması gerektiğini vurgulanır. İlm-i mûsikî, makamı, şubeyi ve terkipleri oluşturan sesleri ve ezgileri konu edinen bir bilim dalı olarak tarif edilir. (Kutbunnâyî, 1991, s. 31-32) Kantemir Edvârı'nda perdelerin bir oktav içerinde on beş adetle mahdut olarak ifade etmiştir. Osman Dede, Kantemir gibi bir oktavdaki sesleri sayısı ve isimleri ile aynen tekrar eder. Fakat şunu da belirtelim ki Osman Dede ve Kantemir, aynı dönemde yaşamış ve bazı meclislerde bir araya gelmişlerdir.
Dolayısıyla bir oktavdaki on beş perde düşüncesinin aslen hangisine ait olduğunu kestirmek zordur. Buna ek olarak Kantemir'in ve Osman Dede'nin icat ettiği nota sistemi de birbirine benzemektedir. Bu nota sistemini il kuranın kimliği hakkında kesin bir açıklama yapamayız. Rabt-ı Tâbirât-ı Mûsikî'de makamlar konusuna geçildiğinde Acemlerde yedi, Araplarda ise beş makam bulunduğu ifade edilir. Gerek Acemlerde, gerekse Araplarda makam sayısının bundan çok daha fazla olduğu ve meşhur on iki makamın
- anlayışındaki küçük farklılıkları saymazsak – birbirinin aynı olduğunu belirtelim. Eserin devamında asıl makamların on iki olduğu açıklanır. Fakat bu makamların bir kısmı önceki nazariyatçıların tasnifinden farklıdır. On iki makamı Osman Dede şöyle sıralar: Rast, Pençgâh, Nevâ, Çârgâh, Dügâh, Hüseynî, Aşîrân, Acem, Muhayyer, Irak, Uzzal ve Segâh. Osman Dede gelenekte olduğu gibi şubelerin dört ana sesten oluştuğunu ifade eder. Fakat uzun zamandan beri dört olan şube sayısının yirmi dört olarak ifade etmekle Meragî'yi hatırlatır. Sayı olarak dikkat çeken benzerlik şubelerin sıralanmasına gelince kaybolur. Örneğin önceden görmeye alışık olduğumuz Yegâh, Dügâh, Segâh ve Çârgâh isimlerine hiç rastlanmaz. Ayrıca Osman Dede şûbe anlayışında kendine has bir yorum getirir. Şûbeleri on iki asıl makama bağlı olarak tasnif eder. Örneğin Rast makamının şubeleri, Rehâvî, Mâhûr, Müberkâ, Nühüft, Nihâvend, Selmek ve Nikrîz olarak zikredilir. Terkipler ise isimleri ile birlikte kırk dört adettir. Eseri incelendiğinde Osman Dede'nin Pythagorasçı düşüncelere yer verdiği söylenebilir. Sesin oluşumu gibi konulara girilmemekle birlikte tesiri hakkında ifadelere yer verilir. Kantemir gibi bir oktavda on beş perde gösterse de sabit olmayan yarım perdelerin izahı konu edilmez. İcat ettiği düşünülen nota sistemi dönemin mûsikî anlayışı yönünden önem arz etse de Kantemir'in ebced notasında benzemektedir. Osman Dede'nin, geleneğe uyup temel makamları on iki ile sınırlandırmasına rağmen öncesinde şûbe veya terkip sayılan bazı dizileri de bu makamlar içerisine alması dikkat çekicidir. Bunda değişen nazarî anlayışın etkilerinin izleri olduğu düşünülebilir. XV. yy'dan sonra şûbelere dört temel perde izah edilmeye çalışılsa da Osman Dede, farklı bir anlayışla on makamın önemli perdelerini baz alarak yirmi dört şûbeyi tasnif eder.
Abdülbaki Nasır Dede'nin Mûsikî Düşüncesi ve Ses Sistemi: Nâsır Dede'nin nazarî anlayışı açısından açıklamlara daha çok Tedkîk ü Tahkîk'inde rastlanır. Bu eserinde eski nazariyatçıların görüşlerine de yer yer değinir. Fakat bunları isimleri ile zikretmek yerine bir tarihi tasnif ile akdemûn (en eskiler), kudemâ-i mütekaddimîn (öncekilerin eskileri), kudemâ (eskiler), kudemâ-i müteahhirîn (sonrakilerin eskileri), müteahhirîn (sonrakileri), mütekaddimîn-i selef (bizden öncekilerin eskileri), eslâf (bizden öncekiler), müteahhirîn-i selef (bizden öncekilerin sonrakileri) ve fî zemâninâ (günümüzdekiler) olarak sıralar. Eserde, mûsikî dinlemekle ortaya çıkan zevkin, kabiliyeti ölçüsünde insanın fıtratında bulunan bir his olduğu vurgulanır. Köleden sultana tüm insanlarda bu hissiyat vardır. Bu zevki inkâr edenler ise doğaları ve düşünceleri bozuk kimselerdir. Ayrıca mûsikîden zevk almak ruhun sıhhati için bir göstergedir. Mûsikî tarihi ise ilk insan olan Hz. Âdem'e kadar gider. Davul ve ud ona yakın dönemde ortaya çıkmış ve zamanla gelişmiştir. Fakat bu ilmin kaidelerini ortaya koyan ise Pythagoras olmuştur. Ondan sonra Aristo, Farabî ve Safiyyüddin gibi kimseler bu ilmi devam ettirmiştir. Onlardan sonra gelenler ise on iki makam, altı daha sonra yedi âvâze, dört şûbe ve sayısız terkip hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlar, kendi fikirleri ile izahlar getirerek birbirinden ayrı bilgiler ortaya koymuşlardır. Dahası bunlar birbirine taban tabana zıt hale gelerek farklılaşmıştır. (Tura, İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkîk ü Tahkik), 2006, s. 29-30) Nasır Dede on yedili ses sistemini takip etmiştir. Fakat aynen Hızır Ağa gibi ilk oktavda verdiği on sekiz perdenin birini, ikinci oktavda ele almaz. Nâsır Dede'de bu perde günümüzdeki Nim Şehnaz'dır. Birinci oktavda Şûrî olarak zikrettiği perde ikinci oktavda görülmez. Buna karşılık Segâh ve Bûselik arasındaki nim perdenin gereksiz olduğunu ve aradaki farklılığın başka aralıklarda da bulunduğunu belirtir. Bahsi geçen bu ara perde daha önce de Hızır Ağa'da görülmektedir. Burada dikkat çekici bir husus olarak perdelerin ney sazı üzerinde gösterilmesidir. Nâsır Dede on iki makamın sayısını on dörde çıkarmıştır. Bunlardan biri dönemin padişahı III. Selim'in terkip ettiği Sûz-i Dilârâ'dır. Ayrıca âvâze, şûbe, terkip denen ve zamanla aralarında pek fark kalmayan dizileri ise terkip ismi şemsiyesinde toplamıştır. Bunun sebebi eskilerin tasnifi ile karıştırmasıdır. Öyle ki birini şûbe dediğine öbürü âvâze demektedir. Hâlbuki bunlar birbirinin kolu olup aralarında önemli farklar yoktur. Dolayısıyla eserde makam ve terkip olmak üzere yalnız iki tasniften bahsedilir. (Tura, İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkîk ü Tahkîk), 2006, s. 31-32) Eserde zikredilen on dört temel makamlar şunlardır: Rast, Segâh, Nevâ, Nişâbur, Hüseynî, Râhevî, Bûselik, Sûz-i Dilârâ, Hicâz, Sabâ, Isfahân, Nihavend, Irâk ve Uşşak. Bu tasnifi yeni olan iki makamı çıkardığımız halde aynı şekilde başka edvârlarda bulamadık. Ayrıca daha önce rastlanılmayan müzeyyin (süsleyici) perdelerden bahsedilmesi dikkat çekicidir. Yukarıda sayılan on dört makam pek az nağme ile meydana geldiği için icrasında bir takım müzeyyin perdelerle süslenir. Bu süslemeler gerekli olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılır. Gerekli olan süsleyici asıl sesler dizi içinde bulunur ve icrada çokça kullanılır; Rast makamındaki Nevâ perdesi gibi. Gerekli olmayan süslemeler ise iki çeşittir. Biri çok yararlı olanlar, diğeri az yararlı olanlar. Çok yararlı olan süsleyiciler dizinin dışında bulunur fakat icrada kullanılır; Rast makamında Yegâh perdesi gibi. Az kullanılan süsleyiciler ise dizi aralıkları içerisinde olan fakat diziden olmayan perdelerdir; Hüseynî makamındaki Acem perdesi gibi. (Tura, İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkîk ü Tahkîk), 2006, s. 35-36) Nâsır Dede terkiplerin, iki makamın birleşmesinden, bir makama başka bir ezgi eklenmesinden yahut bu birleşimden doğan ayrı bir kol oluşmasından meydana geldiğini ifade eder. Bu birleşim ya birbirine eklenerek ya da birbiri ile karışarak oluşur. Bu açıklamadan sonra ise toplamda 125 terkibi ismi ve seyri ile tarif eder. Esere daha sonradan eklediği zeyl bölümü ile bunlara 11 tane daha ekler ve terkip sayısı 136'ya yükselir. (Tura, İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkîk ü Tahkîk), 2006, s. 41-75) Makamların seyri konusunda Nâsır Dede'nin Tedkîk ü Tahkîk'inde dikkat çekici bir izah daha bulunmaktadır. Daha önceki eserlerde makamın seyri, dizisi ile açıklanmaktaydı. Nâsır Dede bu seyirlerin dizinin dışındaki süsleyici perdelerle de olabileceğini belirtir. (Tura, İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkîk ü Tahkîk), 2006 s. 74) Mûsikî tarihinde pek çok nazarî eser kaleme alındıysa da yenilik açısından hepsi aynı kıymette değildir. Anadolu Okulu içerisinde XV. yy'da başlayan ve daha sonra durağanlaşan nazarî çalışmalardan sonra Kantemir'le beraber mûsikî ilmi bir ivme kazanmaktadır. Onun anlayışını zirveye taşıyan isimlerin başında da Nâsır Dede gelir. Tahrîriyye'de aktardığı yeni nota sistemine ilaveten kaleme aldığı besteler başlı başında önem arz etmekle birlikte, Tedkîk ü Tahkîk gibi çok da büyük olmayan bir eserin içerisine kıymetli bilgiler yüklemektedir. Eser içerisinde Pythagoras'ın ismi zikredilmiş, onun mûsikî ilmine katkısından bahsedilmiştir. Bunun haricinde mûsikî ile gök cisimleri arasında bir ilişkiye değinilmemiş fakat makamların insan ruhu üzerindeki tesiri ele alınmıştır. Nâsır Dede, aynen Meragî mûsikî tarihini Hz. Âdem ile başlatmış, daha sonra mûsikî nazariyatına katkıda bulunanları ayrıntılı bir şekilde tasnif etmiştir. Makamları oluşturan kişileri de kuyumcuya benzetip mahir kişilerin elinde dizilerin harmanlandığını vurgulamış, ses sistemi açısından Safiyyüddin'in on yedili aralıktan oluşan anlayışını yeterli bulmuştur. Döneminde ortaya çıkan yeni aralıkları gereksiz görüp bunların kulakla ayırt edilemeyecek kadar küçük olduğunu, hali hazırda benzer perdelerin başka aralıklarda da bulunduğunu eklemiştir. Edvâr-ı meşhûre olarak bildiğimiz on iki makamı on dörde çıkarıp âvâze, şûbe ve terkipler konusunda yaklaşık beş asırdır üzerinde durulan anlayışa muhalif olarak bunların hepsinin birbirinin kolu olduğunu ve terkip ismi altında birleşebileceğini ifade etmiştir. Eskilerin bu tasnifini kabul etmemekle birlikte, onların anlayışını da saygı ile karşılayarak bir çeşit ilmî nezaket örneği sergilemiştir. Bu minvalde on dört ana makam ile 136 terkibin dizisi ve seyrini izah ederek 150 makamı eserinde zikretmiştir. Yine dikkat çeken bir husus, makamları uyumlu olmalarına göre tasnif etmesidir. Örneğin Rast makamının, Sûz-i Dilârâ, Nevâ, Râhevî, Segâh ve Nihavend ile uyumu tamdır. Makamların yalnız dizileri ve seyirlerini açıklamakla yetinmeyip daha önceki edvârlarda rastlayamadığımız müzeyyin diye ismlendirdiği perdeleri ele almış, ayrıca bunları tasnif ederek bir kurala bağlamıştır. Tedkîk ü Tahkîk'te olduğu kısa da olsa ney sazının icrası ile ilgili bilgiler vermesi, tarihî açıdan bir metot çalışması olarak kaynak niteliği taşır.

Nayi Osman Dede ve Abdülbaki Nâsır Dede'nin Çalışmalarının Karşılaştırılması: Her iki büyük isim de Pythagoras'ın takipçisi olmuş ve Pythagoras'ın ses sitemini inceleyerek istifadelerde bulunmuşlardır. Yalnız Nayi Osman Dede, mûsikî ilmini Hz. İdris ile başlatırken Nâsır Dede Hz. Âdem ile başlatmaktadır. Nayi Osman Dede daha öne Kantemir'in kullanmış olduğu gibi bir oktavda on beş perde, Abdülbaki Nâsır Dede ise daha önce Safiyyüddin Urmevî'de görmüş olduğumuz bir oktavda on yedi perde bulunan sistemi benimsemiştir. Nayi Osman Dede'ye göre on iki makam vardır ve bu on iki makamın anlayışlarındaki küçük farklılıkları saymadığımız takdirde aslında birbirlerinin aynısı olduğudur. Nâsır Dede'de ise Nayi Osman Dede'ye ek olarak bu on iki makamın sayısını on dört makama çıkarmıştır. Nayi Osman Dede kendi adıyla anılan ve ebced harflerine dayanan bir nota sistemi geliştirmiştir. Nâsır Dede'de kendine ait bir nota sistemi geliştirmiş ve Tahrîrriye isimli eserinde bu sistemi anlatmakla birlikte bu nota sistemi ile yazmış olduğu dört besteyi de ihtiva etmiştir. Nayi Osman Dede Nota-i Türkî isimli bir repertuar kitabı ve Rabt-ı Tâbirât-ı Mûsikî isimli bir nazariyat kitabı yazmıştır. Nâsır Dede'nin Tedkîk ü Tahkîk ve Tahrîriyye isimli iki eseri bulunaktadır.

KAYNAKÇA
TURA Yalçın, İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkîk ü Tahkîk) Pan Yayıncılık, İstanbul, 2006
TIRAŞÇI Mehmet, Türk Mûsikîsi Nazariyatı Tarihi, Kayıhan Yayıncılık, İstanbul, 2019
BEHAR Cem, Kadim ile Cedid Arasında – III. Selim Döneminde Bir Mevlevi Şeyhi: Abdülbaki Nasır Dede'nin Musıki Yazmaları Hakkında, YKY, İstanbul, 2022
Doç. Gülay Karamahmutoğlu Ders Notları ve Sunumları
  • Beğen
Reactions: Berkay Bakkal