Öncelikle bu sohbet oluştuğu için çok keyifliyim. Sonuç olarak ne çıkarsa çıksın, gerçekten duygulandım bir an. Siteyi kurarken hayâlimde böyle sohbetlerin geçmesi vardı. Şu an bunu yaşıyorum. Konuşuruz, tartışırız ve bir şeyler öğreniriz. Tabii burada yazılanların bir çoğu size sıradan gelebilir. Benim gibiler ama böyle sohbetlerden zevk alıyor çünkü bu sohbetlerin geçtiği canlı bir ortam hiç göremedik. Bu işlerin çok uzaklarında olanlar size ne kadar teşekkür etseler azdır. Sağ olasınız. Sohbete geri döneyim.
Bunlar takı olan çeşnilerdir.
Öncelikle beni yanlış anlamadığıniz için teşekkürler. Bu çeşni meselesi benim kafamı karıştıran olaylardan biri oldu. Yâni bir eser yaparken, bir çeşninin olması zorunluk mudur? Benim makam târifinden anladığım işte durak, güçlü ve seyrin olması. Bir çeşninin gerekliliğini okumadım ama aynı kitap başka bir yerde "bu makamda bu çeşni olur" gibisinden sözler de ediyor. Yâni bir makamın oluşması için nasıl bir uygulama var çözemedim henüz.
Seversiniz, sevmezsiniz bazı neyzen, tanburiler var ki, bunlar gençleri etkiliyor, onları müritleri yapmışlar. Adam konservatuarda okuyor, kafası açık olması gerekirken, yazılmış, emek verimişken "ben partisyon çalmam" diyebiliyor. İşte bunlar bu dışardaki kendini "ulvi" göstermeye çalışan, ne yazık ki eski kafalı insanlar yüzünden oluyor. Bunu da söylemek boynumun borcu olsun. Bunlar cemaatler gibi. Gençleri dogmalar ile zehirliyorlar.
Eğer olay
şeyh-mürit ilişkisine döner ve mürit olarak tabir edeceğimiz kişi artık şeyhinden başka kimseyi tanımama ukalalığına girerse bu olayı zorlaştırır. Kişi her şeye açık olmalıdır.
Ama iş bu noktaya varınca, o mürit artık kimseyi dinlemez, görmez oluyor. Dogmatik bir şey çıkıyor ortaya. Meşk hoca-talebe ilişkisi ile gitmeli ama hoca artık yetemediği yerde talebeyi
serbest bırakmalı. Hatta şu hocaya git demeli. Nitekim Sadettin Kaynak Kani Karaca ile meşk ederken, onu Sadettin Heper ile tanıştırıp "eğer bana bir şey olursa, bu hocaya emanet ediyorum seni" demiştir. Bunlar olur.
Bu meseleyi bir kaç kere tekrarladınız. Sanırsam bu yönde hoş olmayan tecrübeleriniz olmuş. Öncelikle genel anlamda size katıldığımı söylemek isterim ama bir yandan da saygı ve meşk durumunun vaziyetinin de önemli bulurum. Sizin dediğiniz gibi bence en iyi öğrenen kişi her şeye açık olan kişidir. Merak her bilginin ana kaynağıdır. Meraklı olmayan, merak etmeyen, "o öyle diyorsa o zaman öyledir" deyip sorgulamayanlar bir kültürü öğrenebilirler ama geliştiremezler.
Partisyon çalmak istemeyen arkadaşımız acaba hangi nedenle çalmak istememiştir? Bu bizim klasik sağcı ve solcu tartışmasına benziyor. Kemalist müzisyenlerin bu müziğe burun kıvırmaları gibi tam tersine bir olay mıdır?
Şeyh-mürit ya da hoca-talebe ilişkisi bence önemlidir. Hocaya karşı vefâ ve saygı her zaman olmalıdır. Ayrıca bizde geleneksel olan meşk sistemi olduğundan, talebeler hocaların izlerini tâkip etmelerinde bir sakınca olmamalıdır. O ekolü seçebilmelidirler. Ama tabii aynı anda başka ekollerin de olduğunu bilmeliyiz. Burada tabii bir çatışma çıkıyor. Bir çok ekol olunca, bu sefer "benim yolum daha doğru" gibi bir olan çıkıyor. Her müzik insanı kendi kurallarını koymaya başlıyor. Bu bence bir sorun tabii ki ama aynı zamanda ekollerin oluşması da bir kazanç. Yâni kesin bir şey söylemek zor bu konuda, iyi midir veyâ kötü müdür gibisinden.
Yani bir de yerleşmiş şeyler var. Birileri şu aralar
Rast aslında Pençgâh-ı Asl deyiptir duruyor. Tamam da, artık herkesin mutabık olduğu ve yerleştiği bir konuda bunda ısrar etmenin sebebi nedir. Yani biz
Rast'a Pençgâh-ı Asl desek ne olur, demesek ne olur?. Bu tamamen kafa karışıklığına yol açmaktadır. Ha tarihsel olarak denir. O zaman buydu, şimdi bu. Tamamdır. Bu zaten araştırmacının görevi.
Benim o mesele ile ilgili anladığım sâdece bâzı eserlerin aslında Rast olmadığı. Yâni burada hatâ varsa, düzeltmek doğru değil midir? Ama ben konuya hâkim değilim. Benim düşündüğüm gibi bir olay olmaya da bilir.
böylesi yapi olarak ayni ama
seyir vs. gibi farklarla birbirinden ayrılan makamları bir potada düşünüp, öğrenmek-öğretmek gerekir diye düşünüyorum,
Evet, bence de bu güzel bir yol. Inşallah bu yönde biz de burada çalışmalar yapıp makam anlatımlarında böyle şeyler yapabiliriz. Bu konuda planlarım var ve bu aralar en güzel şekilde nasıl böyle teorik meseleleri görsel hâline getirebiliriz diye düşünüyorum.
Nazariyesi epeyce arapsaçı vaziyete gelmiş durumda iken, her üstad? kendi nazari anlayışının doğru olduğunu savunurken, açık söylemek gerekirse günlük hayatta da pek geçer akçe olmayan musikimizi daha da girift hâle sokmaya çalışmak, bindiğimiz dalı kesmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Evet, buna katılıyorum. Burada bir ortak karar alma mekanizması eksik olduğundan (dediğim gibi bu meseleleri aslında tâaaa eskiden halletmeleri gerekirdi o büyük bestekârlar hayattayken) problemler yaşıyoruz. Tabii biraz uçuk bir hayâl benimkisi ama belki bir gün bu sitede böyle gayri-resmî bir şey yapabiliriz. Ama tabii ironik bakımdan bu sefer biz de o söylediğiniz duruma düşüp "bizim anlayışımız doğrudur" kuyusuna düşmüş olma ihtimâlîmiz yüksek.
Yeni denemeleri destekliyorum Bas partisyonlar gibi. Ama cok sesli olmasina karşıyım. Musikimizin alâmet-i farikası değişken olan perdeleri. Bu perdelerden ben feragat etmem, edilen "Turk Musıkisi" ni de dinlemem. (Cihat Aşkın'ın "Muş türküsünü çalması gibi)
Bunu özellikle merak ettim. Neden çok sesli olmasında karşısınız? Perdelerimizden ferâgat etmeden böyle eserler ortaya koyamaz mıyız?
Aslında bu sorunlar bizim meşk usulünü terk edip nota ile öğretime gecişimizle alakalı. Notaya karşı değilim yanlış anlaşılmasın
Nota demek sadece grafik demek değil. Makamsal perdelerin, değişikliklerin nasıl gösterilmesi gerektiği usül sayıları vs. hepsini ihtiva ediyor aslında nota. "Orada öyle yazıyor ama aslında böyledir" diyerek makam, usul öğretilemez. Yazıdaki yanlışsa niye anlattın hocam bunları demez mi öğrenci, diyorlar da
O yüzden meşk sistemine dönmemiz gerektiğini düşünüyorum.
O yüzden meşk meşk meşk diyorum ısrarla
Hocam, peki meşk yapmak için ortamı olmayanlar ne yapacak? Ayrıca modern hayatta herkesin bir ailesi, bir geçinme derdi, vs. durumu var. Kaç usta gününden meşk için zaman verebilir? Verdi diyelim, kaç talebeye verebilir? Bunlar günümüz şartlarından bence biraz zor.
Rob tanburu bıraktı çünkü kaynak sıkıntısı çektiğini, Türkçe kaynaklarda bile bir tutarsızlık olduğunu bu vaziyette Türk Müziğini öğrenmenin imkânsız olduğunu düşündüğü için bıraktı. Bu müziğe ''Dünya Müziği'' müziği diyoruz ama kendi hâlinde, gitarist, oldukça hevesli bir müzik severi bu kültürün içinde tutamıyoruz. Kendi sıkıldığı için mi? Hayır. Zor geldiği için mi? Hayır. Nazarî sistemimizin pejmürdeliğinden, Müzisyenlerimizin tutuculuğundan ve haddinden fazla bu müziği uhrevî kılmasından.
Evet, kendisini hatılıyorum. Hatta o da benim gibi Emin Akan'ın metodunu kullanıyordu. O zaman çok istedim kendisine yazmayı ama bilgim kıt olduğu için yardımcı olamayacağımdan yazmamıştım. O yüzden meselâ İngilizce bir köşemiz var (tabii henüz kullanılmadı). Bir gün bu insanlara bu yardımı yapabilmek için.