Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3914
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
Her hangi bir şey, her hangi konuda.

Örnek olarak yabancı kültürlere bakınca bizde tuşlu bir çalgının hiç ortaya çıkmamış olmasını garipsemişimdir.

Yâni makamları çalabileceğimiz bir piyanomuz olmamış. Zorla bugünün piyanosunu tabii ki bu hâle getirebiliriz istersek. Ama demek istediğim o değil. Kültürel olarak böyle bir deneme olmamış (ya da vardır ama ben bilmiyorumdur). Halbuki belki de son 200 yılın en popüler çalgısı.
 
Mesajlar
202
Tepki Puanı
328
Zâten hep bahsettiğim konular, ama önemli geliyor bana; bir süredir de bir şeyler paylaşmıyorum, bu hafta sonuna kadar da böyle devam edecek sanırım o yüzden bir şeyler yazayım:

Birincisi, ideolojik tartışmaları aşıp, müziğe bakış açısı (yâni "makâma dayalı müzik") olarak kendini coğrafyasıyla tanımlayabilen bir tarihsel altyapı. Tabii Türk bestekârlarının, veya Türkiye coğrafyası içinde yapılmış besteleri Türk musıkîsi diye adlandırabiliriz, yanlış olmaz, ama coğrafi olarak daha geniş bir ortamın parçası olduğumuzu da reddetmek yanlış olur. Yâni nasıl Alman, Fransız müziği (ve buralarda benimsenmiş ekollerin farkları) olsa da bu gruplar özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında aralarındaki bağları fark etmiş. Yâni artık, Fransız müziği diyeni duysanız bile "Bu Batı müziği değil Alman/Fransız/Rus müziği" diyeni pek duyamazsınız. Bunun bu coğrafyada olmamasının da zâten çok basit bir sebebi var: Batı-dışı devletler ve içindeki bazı insanlar, bulundukları coğrafyayı bir dezavantaj olarak görüp kendi gruplarını bu coğrafyadan ayırmaya çalışıyorlar; ondan sonra da aynı coğrafyada bin yıl yaşamış milletlerin arasında (nasıl olacaksa) hiçbir bağ yokmuş gibi davranılıyor.

Bir de, tarihsel ve müzikolojik literatüre bağlı "reconstructive" icrâ standartları. Bunun hakkında uzun uzun bahsetmiştim, neden olmadığı konusunda da tartışmıştık, ama kadim eserlerin anlaşılması ve yaşanan kültürel tahribattan sonra maalesef pek de rağbet görmeyen "klasik dönem" eserlerinin icrâsı için gerçekten buna ihtiyaç var.
 
Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3914
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
Bu ideolojik mesele bence kolay çözülmez. Bence buradaki temel sorun bizden ayrılan toprakların tutumu. Hiç bir şekilde bizim olduğumuz bir kültür dairesinin içinde yer almak istemiyorlar, daha da kötüsü hepsini üstlenip, bizim o dairenin içinde bulunmadığımızı söyleyebiliyorlar. Bunu sâdece müzik üzerinden değil, her çeşit kültürel ögede görebiliriz. Size katılmamak elde değil.

İkinci konuya da katılıyorum. Örnek vereyim, meselâ ben şevkle bir yabancıya müziğimizi anlatıyorum diyelim, inceliklerinin nasıl bir zenginlik olduğundan bahsediyorum ama adam akıllı örnekler sunamıyorum. Görsel örneklerimiz hiç yok. Kayıtlar da o biçim kötü çünkü ya çok eski kayıtlar (ki günümüzde kimse cızırtı dinlemek istemez, anlayanlar ve sevenler dışında) ya da modernlerse sound olarak o eski şahlanmış icrâ yok. Ya da dediğiniz gibi döneme sâdık kalmış bir müzik yok ortada. Bu sâdece "Klasik Dönem" için değil. Ben bu konuda kurumlarımızı suçlu buluyorum hiç birini ayırt etmeden.
 
Son düzenleme:
Mesajlar
202
Tepki Puanı
328
Bu ideolojik mesele bence kolay çözülmez. Bence buradaki temel sorun bizden ayrılan toprakların tutumu. Hiç bir şekilde bizim olduğumuz bir kültür dairesinin içinde yer almak istemiyorlar, daha da kötüsü hepsini üstlenip, bizim o dairenin içinde bulunmadığımızı söyleyebiliyorlar. Bunu sâdece müzik üzerinden değil, her çeşit kültürel ögede görebiliriz. Size katılmamak elde değil.
Zâten bu mitosları başlatan, Balkanların 'Batı' dünyasına girişini sağlamaya çalışan Batı ve Balkan güçleri, öyle diyelim. Ancak biz de bu mitosa bilimsel ve kapsayıcı bir bakış açısıyla karşı çıkmayıp kendi mitimizi yaratmışız, onu da unutmayalım. Tabii sizin de çok iyi fark ettiğiniz bir durum var, hem "Biz Batılıyız, Türklerden/Ortadoğululardan vb. etkilenmedik/onlar bizden etkilendi" derken, aynı zamanda neden kültürlerinin Batı kültürüne benzemediğini açıklamak için "Türkler/Ortadoğulular bizim kültürümüzü bozdu" diyebiliyorlar. İlginç bir paradoks oluşuyor.

Bunun en başına gidersek ise ne Balkan ne de Ortadoğu devletlerini burada sorumlu tutabiliyoruz. Bu Batı'nın 18.yüzyılda elde ettiği bilimsel üstünlük üzerine kültürleri (kendileri tabii ki de en üstte olacak şekilde) hiyerarşik olarak sınıflandırmaya başlamasıyla ilgili. Bir Fransız âliminin sözüydü (Rousseau olabilir, emin değilim) "her insân müzik yapsa da bunların arasında öne çıkan Batı müziğidir, çünkü melodi ile birlikte armoni de kullanmışlardır" gibi sözler. Bu nedenle de diğer müzikler alt sınıfa atılır, hiç kimse de o kültür dairesinin içinde olmak istemez.

Bu arada, bizim aramızdan bile çıkar eminim, 'bunda yanlış bir şey bulamıyorum' diyecek insanlar, o insanlara da kısaca şöyle diyelim:
Batı'nın 18. yüzyılda kullandığı, iki elle sayılabilecek ritmik kalıpların içinde evsat, sakil, hezec (çok kullanılmaz ama Kevserî'de vardır) gibi karmaşık kalıplar göremeyiz. Bestenigar, Saba hatta bazı eserlerde kullanılan hâliyle Şehnaz gibi "dissonant", bir Batılı için karmaşık melodik materyalin de yokluğunu (hatta son yüzyılda bile bunları görünce sınıflandırmayı bırakıp "atonal/post-tonal" demeyi tercih edenler olacaktır) düşünürsek, Ortadoğu'nun bilimsel üstünlük oluşturduğu bir senaryoda bu argümanların tam tersine kullanılması da mümkündür. Ancak bu argümanlar yapılmamalıdır, çünkü müziği oluşturan parçaların kompleksliği, o müziğe objektif bir güzellik sağlamaz, yoksa Dünya'nın en sevilen müziği Trout Mask Replica veya şu an adını unttuğum, player pianoda çalınamaz eserler bestelemiş Amerikalı bir bestekâr olurdu :D. (Adını şimdi hatırladım, Conlon Nancarrow)

Çok uzattım ama kısaca düşüncem, bunları Balkanlardaki devletlere yüklemek pek de doğru olmaz; bu problemin öncesi de var.
 
Son düzenleme:
Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3914
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
Aslında yine size katılıyorum. Şöyle ki öncelikle ben sâdece Balkanlardaki devletlerden bahsetmiyorum. Ermenistan'da da bu böyle. Ya da Orta Doğu ülkeleri de buna dâhil. Meselâ bizim Şerif Mûhiddin Targan Bey orada konservatuarı kuruyor ve öğrenci yetişiyor. Bugün meselâ Türk ekolü ve Irak ekolü diye ayrımlar var ûdîler arasında. Halbuki o ekolün kaynağı zâten bizden. Nasıl ayrı bir kendilerine dal olabiliyor, anlayamıyorum. Ya da Ermenîler bizim ud ekolünü sâhipleniyorlar özellikle Amerika'da. Burada amacım düz bir milliyetcilik değil. Mesele bir öge kimin kaynağındansa, ona sâdık kalınması. Bizse biz, başkarlarıysa başkaları. Dediğiniz gibi kendimiz de mitolojik uydurmalar katmışız. Bunlardan da arınmak lâzım.

Balkanlar durumu ise dediğiniz gibi zâten Batı kaynaklı. Oranın üstten görme biçimi bizim buralara kadar etki ediyor. Politik konuşmak istemiyorum ama bizim "Cumhûriyetçi" tayfalarımız da var aynı Batı gibi düşünen. Bu ideolojik saplantılar maalesef güçlünün etkisinden kaynaklanıyor, haklının ya da doğrunun değil. Ve Batı bizi akademik anlamda ezip geçtiği için buna karşı da gelemiyoruz, ya da yavaş yavaş diyelim. Bunların etkisini tâaa Japonya'da görebiliriz. Adamlar öyle bir boyun eydiler ki kendi kültürlerini silme derecesine geldiler. Bizim gibi bir geçmişe sâhipler ama biz daha iyi koruyabilmişiz kendimizi bence. Bizim müziğimiz kat ve kat daha zengin diyebilirim.
 
Mesajlar
202
Tepki Puanı
328
Aslında yine size katılıyorum. Şöyle ki öncelikle ben sâdece Balkanlardaki devletlerden bahsetmiyorum. Ermenistan'da da bu böyle. Ya da Orta Doğu ülkeleri de buna dâhil. Meselâ bizim Şerif Mûhiddin Targan Bey orada konservatuarı kuruyor ve öğrenci yetişiyor. Bugün meselâ Türk ekolü ve Irak ekolü diye ayrımlar var ûdîler arasında. Halbuki o ekolün kaynağı zâten bizden. Nasıl ayrı bir kendilerine dal olabiliyor, anlayamıyorum. Ya da Ermenîler bizim ud ekolünü sâhipleniyorlar özellikle Amerika'da. Burada amacım düz bir milliyetcilik değil. Mesele bir öge kimin kaynağındansa, ona sâdık kalınması. Bizse biz, başkarlarıysa başkaları. Dediğiniz gibi kendimiz de mitolojik uydurmalar katmışız. Bunlardan da arınmak lâzım.

Balkanlar durumu ise dediğiniz gibi zâten Batı kaynaklı. Oranın üstten görme biçimi bizim buralara kadar etki ediyor. Politik konuşmak istemiyorum ama bizim "Cumhûriyetçi" tayfalarımız da var aynı Batı gibi düşünen. Bu ideolojik saplantılar maalesef güçlünün etkisinden kaynaklanıyor, haklının ya da doğrunun değil. Ve Batı bizi akademik anlamda ezip geçtiği için buna karşı da gelemiyoruz, ya da yavaş yavaş diyelim. Bunların etkisini tâaa Japonya'da görebiliriz. Adamlar öyle bir boyun eydiler ki kendi kültürlerini silme derecesine geldiler. Bizim gibi bir geçmişe sâhipler ama biz daha iyi koruyabilmişiz kendimizi bence. Bizim müziğimiz kat ve kat daha zengin diyebilirim.
Biraz geç cevap veriyorum, affedin. Dediğinizi anlıyorum, ancak bu sahiplenme konusu biraz karmaşık bir durum. Irak ekolünün temeli Türkiye olsa da (ki bu konuda bir araştırmam olduğundan değil, mantıktan konuşuyorum) geçen zaman içinde kendi özelliklerine sâhip olmuşsa o artık farklı bir ekoldür. İçindekiler de ona istediği adı verirler; Arap, Irak vb. ne isterlerse. Sorun asıl şurada, kimin kaynağından gelmiş konusu bile öyle basit bir konu değil. "Post-Ottoman" (Osmanlı sonrası? [gâliba en doğrusu "eskiden Osmanlı'nın olduğu yerler"]) coğrafyası Batı'dan gelen milliyetçi hareketlerden dolayı ulus devletlerde homojenleşmiş, homojenleştirilmiş bir coğrafyadır. Bu olaydan önceki ve sonraki gelenekler de birbirinden farklı şekilde algılanmalıdır. Yâni meselâ, "kasap havası/hasapiko" adlı dans ve oyun havası. Yunan tarafı der ki; Bizans'ta buna benzer bir dans vardı, bu bizim. Biz deriz ki, adı açıkça Türkçe, bu bizim. Sonra hiçbirimizin elinde net bilgi kalmaz, birbirimize ırkçı hakâretler etmeye başlarız. Ama kimden geldiği belli olmasa da çok açık bir gerçek vardır ki bu dans Türk, Rum, Ermeni, Sefarad vb. bir sürü kökenden gelmiş insan tarafından oynanmıştır, bu oynayanlar da zamanla bu dansa bir şeyler katacaktır. Bu açıdan bu bilgi bize yetmeli diye düşünüyorum, sonrası daha fazla bilgimiz olana kadar önemli değil.
Müziğin hepsinde benzer bir durum var aslında, birçok etnik grubun bir arada yaşadığı bir coğrafyada müziği "bu müzik şu grubun" gibi adlandırmak doğru olmayabilir. Ancak elimizde bir bilgi var; Osmanlı topraklarında, Bizans kilise müziği ve benzer koro müzikleri dışındaki müziğin çok büyük çoğunluğu makam sistemindedir, ya da makam sistemiyle sentez geçirmiş yerel geleneklerden oluşmaktadır. Bu bilgi açıktır, nasıl Batı müziği içindeki bir sürü millet müziğe benzer şekilde bakıyorsa, bu bahsettiğim coğrafya da (ve İran da aslında) benzer şekilde bakıyor. Bundan sonrasını yöresel farklılıklar olarak inceleriz, bundan ekoller, tarzlar, tavırlar da çıkarırız, ama bu birliktelik hep temelde olmalı; hepimiz melodik ve ritmik materyale bir "conceptual category" yâni sınırları tam belli olmayan, ama duyduğunuzda anlaşılan tasnifler bütünü olarak bakan bir gelenekten geliyoruz, bu da bizi hem Batı ve Orta Avrupa'dan, hem de Kuzeydoğu Asya'dan çok net bir şekilde ayırıyor. Biz bu bakış açısı üzerinde birleşelim, bu birlikteliğin içinde kendimizi üç milyon parçaya bölmeye de bilgimiz yettikçe uğraşırız.

İkinci paragrafta neredeyse tamâmen katılıyorum, ve maalesef Japonya ve Doğu Asya'nın geri kalanındaki müzik geleneklerinin yaşadığı tahribat, bu coğrafyadan fazladır. Diğer kültürel değerlere gelince iş biraz daha karmaşık bence, ama bu konuşmanın biraz dışında kalıyor.
 
Son düzenleme:
Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3914
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
Estağfirullah, sabahın bir vaktinde cevap beklemedim zâten. Ne zaman vakit olursa, olmasa da sorun yok :).

Irak ekolünün temeli Türkiye olsa da (ki bu konuda bir araştırmam olduğundan değil, mantıktan konuşuyorum) geçen zaman içinde kendi özelliklerine sâhip olmuşsa o artık farklı bir ekoldür. İçindekiler de ona istediği adı verirler; Arap, Irak vb. ne isterlerse. Sorun asıl şurada, kimin kaynağından gelmiş konusu bile öyle basit bir konu değil.
Bu örneği şunun için verdim. Tabii ki o kadar basit bir konu değul, ve yine tabii ki geçen zaman içinde kendi özelliklerine sâhip olmuş olabilir (öyle olduğunu düşünmüyorum). Buradaki mesele bence alenî bir şekilde alternatif bir târihin oluşturulmaya çalışılması. Aynı şeyi bizden ayrılan diğer milletler de yapıyor. Bu toprağın ürünü olan (Türklerindir demiyorum, bu coğrafyaya diyorum) sivrilen her hangi bir ögeyi kendileri yaratmış gibi bir algı yönetimi oluşturuyorlar. Bunu bilerek kastî bir şekilde pazarlıyorlar. Sanarsın biz topraktan bittik, hazır her şeye konduk algısını yaratıyorlar. Bu algıyı içerden görmek zor olabilir, ama dışarıda olanlar net bir biçimde görebilirler. En son Finli yazardan bir makâle paylaşmıştınız, orada da bunu akademik şekilde görebiliyoruz. Bu yüzden bence bu sorunun temeli diğer milletlerde. Bizim pek yapacak bir şeyimiz yok gibi bilimsel bir şekilde yanıt vermekten başka (ve imajımızı geliştirmekten başka). Sonuç olarak yine size katılıyorum tabii ki :).
 
Üst Alt