Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3913
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
Daha önceden okumamıştım. Güzel bir röportaj olmuş, özellikle bir kaç kısma değinmek istiyorum.

Ben artık bu 'meşk' ifadelerinden çok sıkıldım. Herkes “meşk de meşk” diyor. Yok efendim, konservatuarlarda meşk yokmuş… Nasıl olsun? Karşınızda en tenhası on kişiden oluşan ve meşk bilincine sahip olmayan bir öğrenci topluluğu var… Meşk, belli bir donanıma sahip olanla yapılır… Vezin bilmezseniz Türk müziği söyleyemezsiniz. Usûl bilmezseniz de söyleyemezsiniz. Pata küte usûl vurmanın, tek başına bir mânâsı yok. O heceyi söylerken, veznin hangi kalıbına ve hangi hecesine denk geldiğinin idrâkinde olarak usûl vuracaksınız. Yoksa yaptığınız teknik olarak bir müzik olur da, Türk müziği olmaz.
Bu konuya hem üzülüyorum, hem de biraz ilginç buldum. Bence de bir çok öğrenciden bizlerde olan o heves yok. Ona katılıyorum. Ancak diğer yandan da konservatuarın işi değil mi bu? Yâni herkes genç yaşlarında o bilince sâhip olmayabilir, oradaki hocalar onları yontması gerekmez mi? Onun için bu kurum var bir bakıma. Ama Tarkan misâli sanırsam herkes şan şöhret peşinde. Tabii o zaman yapacak bir şey olmuyor.

Gelenekli Türk Müziği yani klasik müziğimiz bugün, tam da hak ettiği yerdedir. Türk müziği şimdi genel itibariyle çöplükte eşeleniyor. İnsanlar ellerindeki hazineden bî-haber, onca kıymetli mücevherâtı bırakıp, çöplükte teneke ile uğraşıyorlar. Benim için bu durum zor mu? Hayır değil. Ben dış dünya ile ilgilenmiyorum. Duymuyor muyum? Duyuyorum elbette. Arabeskin de pop müziğin de en kötüsünü duyuyorum. Sevdiğim müzikler de sevmediğim müzikler de var.
TSM denilen problemi ne güzel anlatmış.

Fakat Yahya Kemalîn dediği gibi mâziye bağlı âtî olmak, çalışmak lâzım. Tarihte bunun örnekleri var mı? Var. Tanburi Cemil Bey sempozyumları düzenliyoruz, iyi, güzel. Vefalı olalım, analım elbette. Fakat bir Tanburi Cemil Bey çıkaramadığımız için üzülelim, utanalım aynı zamanda. Türk müziği camiasında bugün yaşanan en büyük problem ne biliyor musunuz? Sanatçıların sadece medâr-ı maîşet derdinde olmaları. Yani daha çok dinleyiciye ulaşmak, üç kuruş daha çok kazanmak için düştükleri ve müzik sanatını düşürdükleri durum. Kolaycılık, çalışmamak, şöhret için tavizler vermek falan.. Esasında sesleri güzel, kabiliyetleri yüksek olan birçok müzisyenin müzik ahlâkları yok. Esas sorunumuz budur. Bekir Hoca, “ ağzınızla kuş bile tutabilirsiniz , ama müzik ahlâkınız yoksa hiçbir şeysiniz” derdi. Bekir Hoca, Nişantaşı'ndaki okula, Maltepe'de kirada oturduğu evinden, dolmuşla gelir giderdi. Kâni Karaca, Münir Bey, Alâeddin Yavaşça … bu cefâkâr sanatkârların maîşet derdi yok muydu sanıyorsunuz. Hepsi de para kazanmak için çaba sarf etti. Fakat hiçbiri sanatkârlıklarından taviz vermedi; müziğinin para için aşağı görülmesine vesile olmadı. Bugünün zemininde iyi müzik yapmaya çalışmak zor kısacası, fakat imkânsız değil. Gayret gerekiyor.
Bu insanlara yetişemedim diye o kadar üzülüyorum ki. Evet, bugün neden böyle insanlar çıkaramıyoruz? Ya da en azından bu düzey kalitede neden eserlerimiz yoktur?


Dinleyicinin, “ağzınıza sağlık” sözünden hazzetmiyorum. Bizim ihtimamla gerçekleştirdiğimiz konserimizi beğenip, sonra berbat bir icrâyı da aynı coşkuyla alkışlayan bir dinleyici ile karşı karşıya olmak pek sevinilecek bir durum değil doğrusu... Bizi dinliyorsan, kötü icrâyı dinleyemiyor olman, şayet o icrâyı beğeniyorsan da bizi dinlemeye tahammül edememen lâzım. Zira biz, Alâeddin Yavaşça, Bekir Sıdkı Sezgin, Münir Nureddin Selçuk ve Kâni Karaca'dan aldığımızı yansıtıyoruz. Bizden ancak kendi şahsiyetimiz ve kabiliyetimiz kadar bir katkı vardır, lâkin o da bu büyük ustaların koruması altındadır. Bu sebeple şükrederiz. Türk müziği dinleyicisi genel olarak seçici değil maalesef. Bu da ister istemez müziğin icrâsını, üretimini, aktarımını çoğu kez menfi etkiliyor. Bazı istisnalar var elbette onları tenzih ederim..
Aynen katılıyorum. Ben çok seçici bir insanım ve çok dikkat ediyorum ne dinlediğime. Özellikle aynı problem yabancı müziklerde de var. Meselâ Batı Klasık Müziğini dinleyenler yok denilecek kadar az. Ya da benim gibi 1920-50 arası Jazz dinleyenler artık diğer tarafa göçtüler. Kimse kalmadı.

Her zaman derler "renkler iler zevkler tartışılmaz" diye ama ben buna katılmıyorum. Bal gibi de tartışılır. Bir çok insan kalitenin ne olduğunu anlamıyor, bilmiyor, ilgilenmiyor da. Popüler kültür onları nereye sürüklerse oradalar. Kendi bireyselliğinden vazgeçip bir sürü psikolojisi altındalar. Maalesef durum bu. Köklü bir kültür politikası değişikliği olmadan bu böyle devam edecektir.
 
Son düzenleme:
Mesajlar
1581
Tepki Puanı
2704
Düşünmek, emek harcamak, yeni birşey öğrenmek istemiyor bugünün insanı. Aliştirildiğımız şey bu. Telefona yazdığında bilgi hep orada. Kafamda niye taşıyayım diye düşünüyoruz.

Bugün Survivorin eski katilimcilarindan, halen taninan biri televizyonda şöyle dedi; "Sokakta soruyorlar; bu yarismadan ev araba kazandın değil mi diye, soran kişi de emekli öğretmen." Devam ediyor; "Adam 25 30 sene çocuklarımızı özveriyle yetiştirmeye, hayata kazandırmaya çalışıp ömrünü tüketmiş, emekli olunca bir ev yada orta halli bir araba bile alamamış, ben ise 6 aylik bir yarışmaya katılıp böylesi kazanımları bu genç yaşımda elde ediverdim. Cevap vermeye utanıyorum..."

Bu cümle; bilgiye görgüye liyakate verilmeyen değerin yanında, milleti için çalışan öğretmenlerin ve benzeri toplum mimarlarının devlet nazarındaki hâlini gözler önüne seriyor.

Bu durum zaten bilindiği için de kimse kafasını bilgiyle doldurup yormak istemiyor. Bir ömür idealler peşinde tüketecek kadar uzun değil deyip, yapabilirse kolay yoldan kendini kurtarmaya bakıyor.

O yüzden çok da dertlenmemek lazım. Herkese ulaşmak mümkün değil, gerekli de değil bence. Taleb-e-dene... Etmeyene silah doğrultsan ulaşamazsın.
 
Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3913
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
Çok güzel bir örnek olmuş ve çok güzel şekilde durumu özetlediniz. Evet, maalesef bu böyle. Herkes kolayın peşinde...

Ancak bir noktaya tam katılmıyorum. "Talep edene" dediniz. Ancak genç veyâ çocuk yaşta olan insan bilinçli bir seçim yapamaz. Ben meselâ 20 yaşımdan sonra bilinçlendim, bu kültürden haberim yoktu bile. Keşke ben küçükken olsaydı da, şimdi çok farklı bir insan olurdum diye üzülüyorum.

O yüzden bu talep meselesi sâdece kişinin irâdesiyle olan bir durum değil. Yâni siz herkesin önüne lahana koyarsanız, herkes lahana ile büyür ve büyüdüğünde talebi o yönde olur. Ama karşısına balık koyarsanız, o zaman farklı bir talep oluşur. Mesele herkese ulaşmak değil tabii ki ama en azından toplumda bir konum yaratmak gerekir. Onun olduğunun bilincinde olması lâzım genelin. Bu kadar insan Yıldız Tilbe'yi biliyorsa ama kimse Mustafa Doğan Dikmen 'i bilmiyorsa, o zaman bir sorun var demektir. Ama tabii siz de aynı şeyleri söylüyosunuz genel olarak.
 
Son düzenleme:
Mesajlar
1581
Tepki Puanı
2704
Tabi ki... Ama devletin yerleşik, A partiye B partiye göre değişmeyen milli bir eğitim politikası olması gerekiyor dediğinizin olması için.

Filmlerden gördüğüm kadarıyla lisede bir öğrenci okul takımında gelecek vaad eden bir sporcu veya bir müzisyen!! ise üniversiteler sıraya giriyorlar gel biz de oku üstüne burs da verelim diye. Bizde ise üniversitede ancak tanışıliyor müzikle de, gerçek anlamda sporla da. Çoook yüzyıllar var aramızda. Düzeleceğine dâir hiçbir ışık da göremiyorum maalesef. Kendi kabuğumuzda kendi yağımızla kavrulup inandığımız şekilde ömür tüketeceğiz hep birlikte. Hiç değilse anlaşılabildiğimiz, anlayabildiğimiz böylesi arkadaşlarımız var Doğan Dikmen gibi hocalarımız var 😊
 
Mesajlar
814
Tepki Puanı
2361
Röportajda Doğan beye sorulan henüz ikinci soruya ve kendisinin bu soruya verdiği cevaba bir parantez açmak istiyorum. Ne zaman yeri gelse verdiğim bir örnektir, burada da bu fırsatı kaçırmamış olayım.

Lem'i Atlı'nın çok güzel bir Nihavend şarkısı var: Nedir a sevdiğim söyle bu halin güfteli. Öncelikle bu şarkının güftesine, besteden bağımsız olarak dikkat çekeyim:

Nedir a sevdiğim söyle bu halin
Niçin böyle sarardı gül cemalin
Senin elbette vardır bir melalin
Niçin böyle sarardı gül cemalin

Bu güfte bize ne anlatıyor? Hayalgücümüzü konuşturalım. Adam akşam işten eve gelmiş. İçeri girince karısını garip/farklı/olumsuz bir halet içerisinde görmüş. Görünce şaşırmış, şaşkınlık tedirginliği doğurmuş, tedirginlik korkuya dönüşmüş; bu halet-i ruhiyeyle bir soru yağmuru geliyor. Gelen adam değil kadın olabilir. İşten değil gezme-tozmadan geliyor olabilir. Çiftimiz evli değil, sevgili olabilir. Buluşma evde değil, lafın gelişi bir kafede gerçekleşiyor olabilir... Açıkçası bunların pek bir önemi yok; ana şablon stabil bir şekilde orada duruyor: Solistimiz, ister adam olsun isterse kadın ve her nereden nereye geliyor olursa olsun, sevdiğini görecek ve şaşıracak. Hatta biraz tedirgin olacak ve korkacak. Bu psikolojiyle "ne oldu?" diye soracak. Olay bu.

Bakınız, Alaaeddin bey bunu nasıl yapmış:



Şimdi de, sevenlerinin affına sığınarak, mesela ilk mısranın ikinci tekrarında fonda neredeyse okkalı bir tokat sesi eksik kalmış yorumuyla Zeki Müren beyefendinin icrasını, gayri yorumsuz bir şekilde arz edeyim:

 
Mesajlar
2516
Tepki Puanı
3913
İnternet Sayfası
link
Facebook
link
@nihavend

Bu örnek için çok teşekkür ederim. Daha önceden bu eserde bu nüansa hiç dikkat etmemiştim. Söylediğiniz çok doğru. Oradaki hissiyat içi içini yiyen bir kişi ve karşındakine incelikle soruyor durumunu. Sonra tekrar soruyor "ne olursun anlat, üzülmene dayanamıyorum" gibi bir şekilde. Alâeddin Hocamız ne güzel soruyor bu soruyu, ki ben Necmi Rızâ Ahıskan'ın versiyonunu en çok seviyorum. Zeki Müren ise resmen böğürüyor kadıncağıza. Çok güzel yakalamışsınız, tebrik ediyorum. Sizi alıntılayarak ben de kullanırım bu örneği bundan sonra :).
 
Üst Alt