Ana Sayfa
Yeni Mesajlar
Forumlarda Ara
Eser (Nota) Arşivi
Yeni Mesajlar
Kayıt Arşivi
Yeni Mesajlar
Köşe Yazıları
Yeni yazılar
Yeni yorumlar
Yazı dizisi
Yazıları ara
Ansiklopedi
Yeni maddeler
Yeni yorumlar
Yeni puanlamalar
Ansiklopedi'de ara
Bizimle Paylaşın!
Giriş Yap
Kayıt Ol
Türkçe (TR)
Dil Seçici
English (US)
Türkçe (TR)
Neler Yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni Mesajlar
Menü
Giriş Yap
Kayıt Ol
Install the app
Yükle
Eser (Nota) Arşivi
Eser (Nota) Arşivi
Güzeşti Arzu Ez Had Be Pay-i Bus-i Tü Ma Ra - Abdülkadir-i Merâgî'ye İzâfe Olunur - Nihavend-i Kebir
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="efrūḫte" data-source="post: 86144" data-attributes="member: 3556"><p>İran'da yazılmış 19. yüzyıl öncesinden kalma bir repertuvar yok, ancak bir sürü mâlûmat var elimizde. Şöyle düşünelim, siz bir araştırmacısınız ve 19. yüzyıl öncesindeki musıkîyi araştırıyorsunuz. Elinizde şu bilgiler var:</p><ul> <li data-xf-list-type="ul">11.-16. yüzyılları arasında, Arap-Fars-Türk dünyâsının çoğuna yayılmış bazı musıkî formları var. Bu formlar bölgesel olarak farklılıklar gösterse bile ana hatlarıyla aynı şekillerde ifâde ediliyorlar. Nazarî terimlerde belirli farklar var, ancak hepsinin ortak noktası şu; hiyerarşik olarak sınıflandırılmış, genel olarak perde-devr, şube, avâz(e) diye sınıflandırılmış detaylı ve çok sistematik bir düzen var. Bu sistemi 16. yüzyıldan sonra eski şekliyle pek detaylandıran yok, güfte mecmuası geleneğinde ise bu literatürde bahsedilen çoğu tür ile (amel, basit vb.) pek karşılaşmıyoruz.</li> <li data-xf-list-type="ul">16. yüzyıldan sonra eski türlerden bazıları devâm ediyor (kâr, nakış, peşrev) ancak bu sefer literatürde o kadar baskın bir merkez yok, varsa da İstanbul. Sözlü türlerde daha büyük bir farklılık var, ve bu repertuvarın geçişkenliği daha az, ancak 17. yüzyılın sonunda Kantemiroğlu, İran ve Osmanlı repertuvarının pek de farklı olmadığını iddia ediyor.</li> <li data-xf-list-type="ul">Bu dönemde Osmanlı tarafında değişiklikler başlıyor. Yeni formlar oluşuyor (murabba beste vb.), nakış türü azalıyor vb. Ancak Tanburî Artin İran'a gidiyor ve orada Arash Mohafez'in dediği gibi sâdece bir 'ekol' farklılığı görüyor.</li> <li data-xf-list-type="ul">Şunu eklemek mühim, 18. yüzyılda küçük, ancak gittikçe büyüyen bir teorik materyal farkı var. Osmanlı'da hiyerarşik makam sınıflandırmasıyla daha az karşılaşıyoruz, hattâ Kantemiroğlu ve Abdülbâki Nâsır Dede bu işle hiç uğraşmıyor. Onlara göre iki tâne yapı var; makâm ve terkip, ve idealize edilmiş bir musıkî sistemi yok.</li> <li data-xf-list-type="ul">18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında ise İran'da büyük değişiklikler oluyor. Eski formlar ortadan kalkıyor, ve destgâhi adını vereceğimiz yeni bir 'ekol' oluşuyor. Bu ekol bâzı konularda yenilikler yapsa da bir çeşit hiyerarşik sistemi koruyor, ki bu yüzden makam sayıları az. Ancak buna rağmen bu dönemde "(Orta) Doğu musıkîsi" terimi çok yaygın.</li> <li data-xf-list-type="ul">20. yüzyılda milliyetçi nazariyatçılar çok keskin bir şekilde milletlerarası bir musıkî terminolojisini kullanmayı reddediyor, bunun sebebi ise içinde yaşadıkları rejime musıkîlerinin 'millî' bir musıkî olduğunu kanıtlama arzusu. Bu arzu içinde iki sistem tekdüzeleştiriliyor.</li> </ul><p>Bu bilgilerin hiçbiri nota kaynaklarından değil bu arada. Ancak bizim yakıştırmalarımız da değil; nazarî bilgilerin bizi yönlendirdiği sonuç. Eğer siz bu bilgilerden farklı bir sonuç çıkarmayı uygun görüyorsanız buna bir şey diyemem, ancak bildiğim görüş birliği böyle.</p><p></p><p></p><p>Tabii ki de olabilir, ancak benim bu konudaki görüşüm basit; eserin bestekârına Acemler demeliyiz, bu 'Acem'in nereden geldiği konusunda kesin bir fikrimiz yok, o yüzden İstanbul ya da Osmanlı'dan geldiğini de söyleyemeyiz.</p><p></p><p></p><p>Ayinin kendisi evet, repertuvar konusunda ilmî çevrelerden böyle bir bilgi olduğunu hiç duymadım, belki benim bilgi eksikliğimdir.</p><p></p><p></p><p>Meşk edilen her eserin, sürekli yeni şartlara uyarlanarak geldiği, akademisyenler arasında bir fikir birliğidir. Elimizde Itrî ve Hafız Post'un döneminden kalmış, hiç değişmeden gelebilmiş herhangi bir eser olduğunu gösteren bir belge yok. Tam tersine zamânın notaları farklı bir tarz gösteriyor. Buna verilecek 'bu notalar aslî değil' cevâbı Ali Ufkî için bir yere kadar geçerli olabilir, ancak Kantemiroğlu için böyle bir kanıya nasıl varılır bilmiyorum. Bir de şöyle bir mesele var; Ali Ufkî ve Kantemiroğlu birbirlerini bilmemelerine rağmen kaydettikleri saz eseri repertuvarlarının hem eser, hem de estetik olarak biririyle örtüşüyor olmaları birbirlerinin doğruluğunu destekliyor. Altta bunu inceleyen bir tez bulabilirsiniz.</p><p></p><p>Bütün bu bilgilerin toplamı, araştırmacıları 18. ve 19. yüzyıl arasında bir dönemde (özellikle peşrevlerde) önemli bir estetik değişimi yaşandığı sonucuna itiyor. Bu değişikliğin zamânı ve ne kadar değişiklik olduğu hâlâ sorgulanıyor bir yere kadar, ancak bir değişim olmadığını iddia eden bir yazar okumadım daha.</p><p></p><p></p><p>Dediğim gibi, Kantemiroğlu'na 'yabancı' yakıştırması yapmak uygun olmaz. Kendisi musıkîmizi derinden anladığı belli olan bir zattır. Eğer bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Kantemiroğlu değil bir Türk müellif yazmışsa zâten Edvâr'ı, bu sorun tamâmen ortadan kalkar. Ancak belli olan bir durum var; Edvâr'ı kim yazdıysa makam musıkîsini derinden anlamış bir insandır. Bu arada, çizilen portrenin ibtidai değil (ve zâten bu da bir değer yargısıdır), farklı olduğu düşüncesindeyim; çünkü kaba hatlarıyla yazılmış olsa bile (ki versiyonların melodik yoğunluk açısından birbirine benzemesi bunun ihtimâlini düşürüyor, eğer böyle bir durum varsa da miktârını sınırlayan bir etken) <a href="https://divanmakam.com/forum/ensembles-to-listen.70209/" target="_blank">Kevserî ile 19. yüzyıl versiyonlarını bir ara karşılaştırdığım</a> (ikisi de Kantemiroğlu notasıyla yazılmış) meşkle gelen bir eserin ne kadar değişebileceğini gösteriyor, ve bu miktâr değişimin sâdece müellif elinden çıkma ihtimâlini çok az buluyorum.</p><p></p><p></p><p>Meşkle eserlerin değiştiğini düşünmek bununla aynı şeye denk gelmemektedir. Hiçbir şekilde Itrî veyâ Hafız Post'un musıkî bilgisini Ali Ufkî ile karşılaştırmak gibi bir niyetim olmadı, ancak bilgiler meşkle gelen eserlerin değiştiğine işâret ediyor.</p><p></p><p></p><p>Buna karşı bir şey söylemek zor geliyor, çünkü yine aynı değer yargılarıyla karşı karşıyayız. Nota olmasaydı da elimizde eski bestekâr atıflı eserler kalacak olması bizim musıkîmizi başka musıkî gelenekleriyle neden karşılaştırılamaz kılıyor emin değilim. Tam tersine, bağlantılı geleneklerin verdiği bilgileri birleştirerek daha büyük çaplı ve isâbetli bir portre oluşturabiliriz bence.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="efrūḫte, post: 86144, member: 3556"] İran'da yazılmış 19. yüzyıl öncesinden kalma bir repertuvar yok, ancak bir sürü mâlûmat var elimizde. Şöyle düşünelim, siz bir araştırmacısınız ve 19. yüzyıl öncesindeki musıkîyi araştırıyorsunuz. Elinizde şu bilgiler var: [LIST] [*]11.-16. yüzyılları arasında, Arap-Fars-Türk dünyâsının çoğuna yayılmış bazı musıkî formları var. Bu formlar bölgesel olarak farklılıklar gösterse bile ana hatlarıyla aynı şekillerde ifâde ediliyorlar. Nazarî terimlerde belirli farklar var, ancak hepsinin ortak noktası şu; hiyerarşik olarak sınıflandırılmış, genel olarak perde-devr, şube, avâz(e) diye sınıflandırılmış detaylı ve çok sistematik bir düzen var. Bu sistemi 16. yüzyıldan sonra eski şekliyle pek detaylandıran yok, güfte mecmuası geleneğinde ise bu literatürde bahsedilen çoğu tür ile (amel, basit vb.) pek karşılaşmıyoruz. [*]16. yüzyıldan sonra eski türlerden bazıları devâm ediyor (kâr, nakış, peşrev) ancak bu sefer literatürde o kadar baskın bir merkez yok, varsa da İstanbul. Sözlü türlerde daha büyük bir farklılık var, ve bu repertuvarın geçişkenliği daha az, ancak 17. yüzyılın sonunda Kantemiroğlu, İran ve Osmanlı repertuvarının pek de farklı olmadığını iddia ediyor. [*]Bu dönemde Osmanlı tarafında değişiklikler başlıyor. Yeni formlar oluşuyor (murabba beste vb.), nakış türü azalıyor vb. Ancak Tanburî Artin İran'a gidiyor ve orada Arash Mohafez'in dediği gibi sâdece bir 'ekol' farklılığı görüyor. [*]Şunu eklemek mühim, 18. yüzyılda küçük, ancak gittikçe büyüyen bir teorik materyal farkı var. Osmanlı'da hiyerarşik makam sınıflandırmasıyla daha az karşılaşıyoruz, hattâ Kantemiroğlu ve Abdülbâki Nâsır Dede bu işle hiç uğraşmıyor. Onlara göre iki tâne yapı var; makâm ve terkip, ve idealize edilmiş bir musıkî sistemi yok. [*]18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında ise İran'da büyük değişiklikler oluyor. Eski formlar ortadan kalkıyor, ve destgâhi adını vereceğimiz yeni bir 'ekol' oluşuyor. Bu ekol bâzı konularda yenilikler yapsa da bir çeşit hiyerarşik sistemi koruyor, ki bu yüzden makam sayıları az. Ancak buna rağmen bu dönemde "(Orta) Doğu musıkîsi" terimi çok yaygın. [*]20. yüzyılda milliyetçi nazariyatçılar çok keskin bir şekilde milletlerarası bir musıkî terminolojisini kullanmayı reddediyor, bunun sebebi ise içinde yaşadıkları rejime musıkîlerinin 'millî' bir musıkî olduğunu kanıtlama arzusu. Bu arzu içinde iki sistem tekdüzeleştiriliyor. [/LIST] Bu bilgilerin hiçbiri nota kaynaklarından değil bu arada. Ancak bizim yakıştırmalarımız da değil; nazarî bilgilerin bizi yönlendirdiği sonuç. Eğer siz bu bilgilerden farklı bir sonuç çıkarmayı uygun görüyorsanız buna bir şey diyemem, ancak bildiğim görüş birliği böyle. Tabii ki de olabilir, ancak benim bu konudaki görüşüm basit; eserin bestekârına Acemler demeliyiz, bu 'Acem'in nereden geldiği konusunda kesin bir fikrimiz yok, o yüzden İstanbul ya da Osmanlı'dan geldiğini de söyleyemeyiz. Ayinin kendisi evet, repertuvar konusunda ilmî çevrelerden böyle bir bilgi olduğunu hiç duymadım, belki benim bilgi eksikliğimdir. Meşk edilen her eserin, sürekli yeni şartlara uyarlanarak geldiği, akademisyenler arasında bir fikir birliğidir. Elimizde Itrî ve Hafız Post'un döneminden kalmış, hiç değişmeden gelebilmiş herhangi bir eser olduğunu gösteren bir belge yok. Tam tersine zamânın notaları farklı bir tarz gösteriyor. Buna verilecek 'bu notalar aslî değil' cevâbı Ali Ufkî için bir yere kadar geçerli olabilir, ancak Kantemiroğlu için böyle bir kanıya nasıl varılır bilmiyorum. Bir de şöyle bir mesele var; Ali Ufkî ve Kantemiroğlu birbirlerini bilmemelerine rağmen kaydettikleri saz eseri repertuvarlarının hem eser, hem de estetik olarak biririyle örtüşüyor olmaları birbirlerinin doğruluğunu destekliyor. Altta bunu inceleyen bir tez bulabilirsiniz. Bütün bu bilgilerin toplamı, araştırmacıları 18. ve 19. yüzyıl arasında bir dönemde (özellikle peşrevlerde) önemli bir estetik değişimi yaşandığı sonucuna itiyor. Bu değişikliğin zamânı ve ne kadar değişiklik olduğu hâlâ sorgulanıyor bir yere kadar, ancak bir değişim olmadığını iddia eden bir yazar okumadım daha. Dediğim gibi, Kantemiroğlu'na 'yabancı' yakıştırması yapmak uygun olmaz. Kendisi musıkîmizi derinden anladığı belli olan bir zattır. Eğer bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Kantemiroğlu değil bir Türk müellif yazmışsa zâten Edvâr'ı, bu sorun tamâmen ortadan kalkar. Ancak belli olan bir durum var; Edvâr'ı kim yazdıysa makam musıkîsini derinden anlamış bir insandır. Bu arada, çizilen portrenin ibtidai değil (ve zâten bu da bir değer yargısıdır), farklı olduğu düşüncesindeyim; çünkü kaba hatlarıyla yazılmış olsa bile (ki versiyonların melodik yoğunluk açısından birbirine benzemesi bunun ihtimâlini düşürüyor, eğer böyle bir durum varsa da miktârını sınırlayan bir etken) [URL='https://divanmakam.com/forum/ensembles-to-listen.70209/']Kevserî ile 19. yüzyıl versiyonlarını bir ara karşılaştırdığım[/URL] (ikisi de Kantemiroğlu notasıyla yazılmış) meşkle gelen bir eserin ne kadar değişebileceğini gösteriyor, ve bu miktâr değişimin sâdece müellif elinden çıkma ihtimâlini çok az buluyorum. Meşkle eserlerin değiştiğini düşünmek bununla aynı şeye denk gelmemektedir. Hiçbir şekilde Itrî veyâ Hafız Post'un musıkî bilgisini Ali Ufkî ile karşılaştırmak gibi bir niyetim olmadı, ancak bilgiler meşkle gelen eserlerin değiştiğine işâret ediyor. Buna karşı bir şey söylemek zor geliyor, çünkü yine aynı değer yargılarıyla karşı karşıyayız. Nota olmasaydı da elimizde eski bestekâr atıflı eserler kalacak olması bizim musıkîmizi başka musıkî gelenekleriyle neden karşılaştırılamaz kılıyor emin değilim. Tam tersine, bağlantılı geleneklerin verdiği bilgileri birleştirerek daha büyük çaplı ve isâbetli bir portre oluşturabiliriz bence. [/QUOTE]
Alıntı ekle...
Kullanıcı Doğrulaması
Gönder
Eser (Nota) Arşivi
Eser (Nota) Arşivi
Güzeşti Arzu Ez Had Be Pay-i Bus-i Tü Ma Ra - Abdülkadir-i Merâgî'ye İzâfe Olunur - Nihavend-i Kebir
Üst
Alt